50 YIL ÖNCEKİ ÇOCUKLUĞUMDAN HATIRLADIKLARIM (2)

Eskiden insanlar konuşurken evirip çevirmez, kıvırmazdı. Düzdü. Engelli sözü henüz sözlüklere girmediğinden, kele kel, köre kör, topala topal, çolağa çolak derdi. Yiğit nâmıyla anılır hesabı, insanların yarısı böylesi lâkaplarla anılırdı.

Küfür o zamanda vardı. Erkekler bu ihtiyaçlarını ağzını doldura doldura ziyadesiyle giderirlerdi. Gerçi yaşlı kadınların bile küfrettiği görülürdü. Ana-avrat üzerine küfürler pek renkli ve ayrıntılıydı. Caski… Puşt… Gırık dölü… Veledi zina… Vay zina vay… En masum olanlarıydı. Vara yoğa ana-avrat üzerine, çocuk üzerine, kitap (Kur-an) üzerine ikide bir yemin edilirdi. Yetişkinler birbirlerine ağır şakalar yapar, güler geçerlerdi. Günümüzde kimsenin kimseye, şakasına bile tahammülü kalmamış. Herkes barut gibi. Herkes “Çakar çakmaz çakan çakmak gibi”

Biz çocuklar kendi hayadımızda olduğu halde Gazalpa, Zeyve ve Porsuk bahçelerine erik hırsızlığına giderdik. Paranın, oyuncağın olmadığı yıllardı. Kendimiz cevizden fırıldak, bezden-kâğıttan top, söğüt ağacından düdük, telden araba, boş makaralardan araba tekeri, gazete kâğıdından şeytan ve kamış uçurtmalar yapardık. Boklubent’te, Emekseven’de, ak donla yüzer miydik, yoksa o sığ sularda çamura mı bulanırdık belli değildi. Yalnız akşam eve geldiğimizde anne dayağı Allahın emriydi. Yine, anne-babamızdan, öğretmenlerimizden gizli Teksas Tommiks okur, arkadaşlarımızla değişirdik. Hepimizin bir-iki kan kardeşi olurdu. 15 yaşından az önce veya az sonra, erkek çocuklar en az bir kere evden köylere, başka şehirlere kaçardı. Bir hafta sonra bulunur, getirilir, daha da olmazsa kendiliğinden dönülürdü. Biraz daha büyüdük mü mutlaka âşık olurduk. Mevsimler boyu derbeder gezerdik.

Biz çocuklar arkadaşımıza muziplik olsun diye, beş kere beş..? diye sorar: Yirmi beş… cevabını alınca: aferin sana koca keleş… Cevabını yapıştırırdık. Arkadaşımıza oğlum: Onu niye öyle yaptın..? Diye çıkışınca: Benim gibi kaç tane çocuğun var len, cevabını alırdık. Gülmek için zaten olmayan Cem Yılmazları aramaya gitmez, kendi esprilerimizi kendimiz üretir: Meraba (merhaba) diye selam verene: Sen eşek ben araba… Şiştin mi..? diye karşılık verirdik.

Kendi eğlencemizi kendimiz yaratır: Osman Paşa s…taşa/Taş Yarıldı Baştan Başa… diye marş formunda besteler yapardık. Gedik geme çuval yama/Sen yemezsen ben yerim…veya: Ahmed’i medi/Kuyruğu kedi/Bir sıçan tutmuş/Yalamadan yutmuş… tekerlemeleri ile eğlenir, Fener dünyayı yener/Galatasaray’a gelince fıs diye söner söylemleri ile arkadaşlar arası tatlı rekabetlere girerdik. 50’li 60’lı yıllarda fakirlik vardı. Kışın giyecek palto-manto yoktu. Bilmeden, hali ahvâlimizi anlatır karşılıklı düet yapardık. Üşüdüm üşüdüm, a benim canım üşüdüm/Kürkünü giy kürkünü giy, a benim canım kürkünü giy/Kürküm yok kürküm yok, a benim canım kürküm yok/Al sana al sana, a benim canım alsana/Param yok param yok, a benim canım param yok.

Dünümüz sade olduğu kadar pek bir renkli ve eğlenceli idi vallahi. Yoksunluk ve yoksulluktan mı? Bir gün bile şikâyetçi olmadık billahi.

Hey yavrum hey..! Günümüzde, bugünümüz 23 Nisan yarınımız 19 Mayıs. Bugün en fakirimizin beş kürkü, mantosu, paltosu var. Şükredelim. Geçmişi bilirsek, bugünün kıymetini daha iyi anlarız.

YORUM EKLE

banner284