ÇOCUK TERBİYESİ VE KORKUTMAK

60’lı, 70’li yıllarda yetişen çocuklar bilir. İlk ve ortaöğretimde sadece eğitim-öğretim yapılmaz, terbiye; belki de öğrenciye pozitif bilimlerden önce verilmesi gereken bir eğitimdi. Çünkü o olmadan üzerine bir şey inşa edilmez, birey, yurttaş, insan olunamazdı.

Pedagoji eğitimin alanına girer. Cennetten çıktığı söylenen dayak ise, eğitimin bir parçası gibiydi. İronik bir söyleşiyle tayın (azık, yiyecek) vakti geldiğinde öğretmenlerimiz bu işlemi yerine getirmekten kendilerini alamazlardı. Fakat her nedense, ileride askerlikte yenilecek sopalar gibi kapısından çıkınca hemen unutuluverirdi. Kafaya takılmaz, psikolojimiz bozulmaz, unutulur giderdi. Hem, büyüklerin vurduğu yerde gül biterdi. Veliler çocuklarını: öğretmenine söylerim bak, diye tehdit ederlerdi. Günümüzde ise öğrenci, olsa bile, böylesi durumlarda direnir, anne-baba okulun kapısına dayanır veya Öğretmen Şikâyet Hattı’na bir telefon, müfettiş koşar gelir, soruşturma, kovuşturma başlar evelallah.

Eğitim-öğretim Milli Eğitimin, okulların ve öğretmenlerin işi. Yazımızın konusu ise çocuğumuzu, öğrencimizi terbiye eğitimi adına nelerle ve kimlerle korkuttuğumuzdur. Daha çok da anneler küçük çocuklarını sokaktaki amcalara, teyzelere ve yabancılara vermekle, bekçi ile polislere söylemekle tehdit edip korkuturlardı.

Çok bunalan kadınlar, yoldan geçen herhangi bir adama: amcası şu çocuğa iyi bir kızarmısın, diye müracaat eder. Amcaların arayıp da bulamadığı bir şey, bazen ileri gittikleri bile olurdu.

Bazen sokağın, mahallenin amcalarından şikayet alan anne-baba memnun olur: ikide vuraydın bari, demeyi ihmal etmezlerdi.

Anneler yaramazlık yapan çocuklarını şalvar (kalın pileli pazen kumaştan geniş kadın alt giyeceği) lı yaşlı kadınlara havale eder. Yaşlı kadın yalandan bir hiddetle: donuma (şalvar) gatarım bak, diye iyiden azalan aklımızı başımızdan alırlardı. Akşam olup da eve gelmeyen-girmeyen çocukları: Abdallar, çingeneler, hırsızlar kaçırır bak, hadi eve, diye korkutup çocuğun havsalasına olmadık ağır yükler yüklerlerdi.

Yemeğini ye, değilse köpek ısdırır (ısırmak) uyarmaları ise en hafif korkular sınıfına girerdi. Çocukluğumuz pek bir eğlenceliydi. Birde bu korkutmalar olmasaydı.

Biz çocuklar, anne tarafından en çok: akşam buban gelince suçlarını bir bir söyleyeceğimsiz birgün geçirmezlerdi. Babalar, dedeler çocuklarının göz belertme (gözleri kötü bir ifadeyle büyütme)si ile kaşlarını Murat 124 tamponu gibi tek parça çatıp otorite sağlarlardı.

Baba işe gider, anne 5-6 çocukla başbaşa kalır. Mahalle çeşmesinden taşınan suyla bulaşıklar yıkanır. Ateş yakılıp kara kazanda kaynatılan çamaşır tokuçla (tokaç) dövülüp yıkanacaktır. Eğer günüyse tandırda ekmek yapılıp akşama sulu patates, bulgur pilavı pişecek, gün içinde ağzı-yüzü bir tarafa giden ev, baba gelmeden deşirilip toplanacaktır. Kahraman anneler gerildikçe gerilirlerdi. Dahası tavuğun, ineğin, tana (dana)nın bakımı… diyecektim vazgeçtim.

Bilmem ki biz çocukların ne suçu vardı. Kaba etleri cimcik (çimdik)lenir, doğru durmazlarsa dövmekle, yaşatmak (gebertmek)la tehdit edilirlerdi. Terlik neyse de süpürgenin gâvur tarafı dediğimiz sap kısmı, zalim demir soba maşası ve ateş küreğine ne demeli. Çişini kaçıran küçük çocuklar, sıcak maşa ve kibritle “oralarının” yakılacağı ile korkutmanın ötesinde, travma kelimesini bilmeden ne travmalar yaşadılar kim bilir. Çocukluk zor sanattır vesselam. Anan-baban var mı derdin var idi.

Allah taş yapar, cinler çarpar, şeytan ise kötülüğe sevk ederdi. Yemeğini yemezsen böcü-börtü gelir seni yer, diye korkuttuklarında ise, yukarıdakileri yaşamış, efsunlanmış bizlere pek bir hafif ve eğlenceli bir sözden ileri gitmezdi.

Daha çok zengin ve yaşlı kadınlar, yine biz küçük çocukları korkutmak amacıyla, altın ve gümüşten yapılı diş alt protezlerini dilleri yardımı ile yerinden öne doğru çıkararak, sağ olsunlar korkularımızı renklendirip ayrı bir boyut kazandırırlardı.

Vallahi psikolojimizi bozup da iyi ki kafayı filan yememişiz.

Öf be..! Durduk yerde gerim gerim gerildik. Küçük bir şey söyleyim de biraz gevşeyelim bari. Aynı şeyleri 7 yaşındaki torunuma yapayım dedim: komiklik mi yaptın dede, korkmadım dedi. Az bozulmadım hani. Zamaneler şakadan anlamadığı gibi kimseden ve bir şeyden korkmuyorlar. Bu durum iyi mi kötümü bilmiyorum.

Bir kuşak böyle büyüdü. Ama hiçbirimiz ne sokaktaki amca ve teyzelerimizden ne öğretmenlerimizden nede anne babalarımızdan şikâyetçi olduk.

Elleri dert görmesin. Eğer bugünlere geldiysek, yine onların sayesinde geldik.

YORUM EKLE

banner284