HAYATA ILK ATILIS MÜCADELEM

Daha evvelki bir yazimda da belirttigim gibi, Sarayönü Teknik Ziraat Okulunda okudugum üç yillik bir tahsilden sonra, ayni okulda okuyan arkadaslarimla birlikte köyüm Ibrala’ya dönmüstüm.
Benimle birlikte okuyup ta köye dönen diger arkadaslarimdan hemen hemen tamamina yakini babalarinin meslegi, o günlerdeki öküzle çekilen sabanin arkasina çoktan düsmüslerdi bile.
Bizim çiftimiz çubugumuz yoktu. Babamin ilkokul hademeliginden aldigi para kalabalik ailemizin geçimini karsilamadigindan, ailede en büyük erkek çocuk olarak ilkokul’un üçüncü sinifindan itibaren, köyde bulunan bazi ailelerin hayvanlarini kirlarda otlatmaya baslamis ve azda olsa aileme katkida bulunmustum.
Ancak, ziraat okulundan döndükten sonra böyle isler bana çok dokundugundan Karaman’a gelmis, bir firinda günde bir liralik ücret ile ekmek satisi yaptigim sirada duydugum bir haber üzerine ayni Ziraat okulunda alti ay süreli ve yatili Ziraat Alet ve Makineler Kursuna istirak ettikten sonra 1949 yili sonlarinda köyüme tekrar dönmüstüm.
Simdi sag midir? bilemiyorum ama Karaman’lilarin çok iyi bildigi “Alman Izzet” iste o kurstan arkadaslarimdan biriydi.
O kursun masraflari Amerikalilar tarafindan karsilanirken, gayesi de o günlerde bilhassa Marshall Yardimi adi altinda Türkiye’ye getirilen çesitli marka traktör ve bu traktörlerin ekipmanlarinin kullanis ve bakimlari ile ilgiliydi.
O kurs sonunda kendime güvenim bir hayli artmisti. Bir baskasinin yaninda yine çiftçilikte çalissam bile, bu defa bu is makinelerle olacakti..
O siralarda traktör ve bununla ilgili ziraat aletlerinin en fazla kullanildigi yerlerden biri de Çukurova oldugundan, kisin tam olarak çikmasini beklemeden, Mart ayinin baslarinda babamdan izin alip ondan birkaç kurusluk yol harçligi da alarak, trenle önce Mersin’e, sonra Adana’ya gelmis, is aramis, ancak “Mevsim çok erken sonra gelirsen is veririz “cevabini almistim.
Köyden ayrilirken babam bizim köyden daha önce ayrilmis ve bu islerle ugrasan tanidigi Misis’te oturan birine, bana yardimci olmasi için bir mektup vermisti. Ancak oradan sordugumda da anilan kisinin Fevzipasa ya bagli Elbistan Höyügü Köyünde bir çiftlikte çalistigini ögrendigimden iste ben de o gece Fevzipasa’ya gelmistim.
Köyümden ayrilali 15 gün geçmis, babamin verdigi paradan yalniz bir liram kalmisti. Sabaha kadar içtigimiz çaylarin parasindan artan son 25 kurusa yarim ekmek ve yanina birkaç tane zeytin aldiktan sonra yolu tarif olunan köye varmis, köyün kenarinda büyükçe bir binanin önünde birkaç traktör ve bunlarin çesitli makinelerinin bakimini yapan kisilerin yanina varmistim.
Babamin mektup yazdigi sahsi ben bilmiyordum. Sordugumda gösterdiler. Mektubu kendisine verdigimde ise okumus ve sonra da “Buralarda ne isin var. Ben sana nasil is bulayim. Ben bile bu insanlarin içinde kendimden korkuyorum. En kisa zamanda ben de ayrilacagim. Buralar sana göre degil. Seni yarin trene bindireyim. Köyüne git, oralarda çalis” dedi.
Aksam oldugundan geceyi orada geçirdim. Hakikaten de adamlar ipten saptan kopmus kimselerdi. Gecenin geç saatine kadar sarap içtiler. Yakinda baska bir odada kalan adamdan da korktuklari için fazla gürültü çikaramiyorlardi.
Sabah erkenden uyandigimda disarida müthis bir yagmur yagiyordu. Yagmur iki gün gece gündüz yagdigi için yollar kapanmis, istasyona gidememis, orada onlarla birlikte kalmaya mecbur kalmistim.
Üçüncü günün sabahi pencereden gördügümde yagmur dinmisti.. Disari çikip hala damlayan damlalardan islanmamak için duvar dibinde binanin genis çinko saçaklari altinda etrafimi görmeye çalistim. Sol tarafimda 40–50 kadar ufak tefek toprak evler ve onlarin ortasinda da onlardan daha
büyük iki katli ve daha saglam bir bina, sagimda ise istasyona dogru yagan yagmurlar sebebiyle bahar aylari da oldugundan, topraktan çikan yer yer sislerle kapli kocaman bir ova vardi.
Ayni zamanda köyden çiktigim günden bugüne kadar geçen çocuk yasimda hiç tanimadigim insanlar arasinda han köselerinde bazen aç, bazen tok çok zor geçen 15 günü düsündüm.. Iste yine elim bos olarak köydeki bir aganin yaninda yanasma olarak bir türlü sevemedigim islere yine dönüyordum.,
O günlerde köyde geçerli olan bu çiftçilik islerini asla küçümsemiyorum. Keske bizim kendimizin de iki öküzü ile bir sabanimiz olsaydi da, ben de o islerde çalissaydim.. Benim gücüme giden bir baskasinin isinde çalismakti.
Sonra bu Makinist kursunda çok seyler ögrenmis, hocalarimiz da Türkiye’ye yenice girmeye baslayan bu aletlerin bizleri beklediklerini söylediginde çok ümitlenmistim. Ancak iste bu da benim için bir fiyasko ile bitiyordu. Tek sevincim bugün beni Karamana kadar götürecek trenin parasini o köylüm Halil Aganin ödeyecek olmasiydi.
Daldigim bu düsüncelerden beni çagiran bir sesle uyandim. Orada çalisan ve çokça oradakilere yardim eden birisi yanima gelerek “Seni bey çagiriyor” dedi. Önce sasirdim. Adam “beni takip et” deyince onu takip ettim. O iki günden beri içinde yatip kalktigimiz koca hangarin bitisiginde, iç içe iki odasi olan bir binaya götürdü ve kapiyi çalip “gir” sesini duydugumda da benim içeri girmemi söyledikten sonra kendisi çekip gitmisti.
Odaya girdigimde burasi dayali döseli büyük bir oda olup bir kenarinda karyolasinda yatagi, bir diger tarafinda da sandalyesine oturmus önündeki küçük masaya dayanmis ara sira piposunu özel masasi ile karistirmakta olan kir saçli, temiz giyinmis ve babacan biri oturuyordu.
Karsisinda terbiyelice, hazir ol vaziyetinde durmusum. (Sonradan kendisi bana öyle durdugumu ifade etmisti).
Bana kim oldugumu, buralara niçin geldigimi sordugunda, karsimdaki sahsa içimde birden bire uyanan güven duygusu, son 15 gündür basimdan geçenlerden içimde biriken aci duygular ve çok üzüldügümden elimde olmayan hüzünlü bir ses tonu ile ta Ziraat okulundan baslayarak bugüne kadar olan geçmisimi, bu yüzden de buraya geldigimi ancak is olmadigini söylediklerinden bugün köyüme dönecegimi anlattim.
Biraz sessizlikten sonra adam bana karsidaki bos sandalyeye oturmami söyledi. Biraz tereddütten sonra onun ikazi ile oturmak mecburiyetinde kaldim.
Karsimdaki babacan adam “Oglum ben de senin okudugun okulun bagli oldugu Ziraat Bakanligina bagli okullarda idarecilik yaptim. Bakanliktaki son görevim Urfa’da Ceylanpinar Devlet Üretme Çiftligi müdürlügüdür. Burada da yakinlarima ait bu çiftligin idarecisiyim. Seni ise alirim ama simdilik 45 lira aylikla burada çalisabilirsin dedi.
Sesimin çikmadigini görünce de, “simdilik sana verecegim aylik bu. Ileride basarina göre maasin artar” dedi. Benim suskunlugum paranin miktari degil, ise alinmamdan dogan sevincin sokuydu. Hemen kendimi toplayip tamam dedim.
Adamcagiz “Oglum o sarhoslarin içinde sen yatamazsin. Buralarda bu isten anlayan olmadigi için simdilik onlara katlaniyorum. Baska çarem de yok. Eger arzu edersen yatagini hemen bitisikteki odaya getirebilirsin. Ancak ben horlarim. Insallah rahatsiz olmazsin” dedi.
Sonra bir zile basarak gelen demin beni getiren adama, “Ben bu delikanliyi ise aldim. Depodan bir karyola ile yatak alip bitisik odaya getirin. Sonra bu delikanli depoda kendine uyan giysileri de giysin” dedi.
Bir saat sonra yeni giysilerim içinde kendimi bile taniyamadigim gibi dönen talihimin sevinç sarhoslugunu yasiyordum.
Sonradan ögrendigime göre; buradaki köylerde bulunan krom madenleri için Istanbul’dan birkaç kisinin kurdugu sirket, yeterli krom cevherini bulamadigindan oralarda bulunan genis arazileri kiralayarak çiftlige dönüstürmüsler, benimde simdiye kadar tersine giden sansim degismis, Allahin bir Lütfi olarak çok iyi kalpli Hamit DEREN adinda bir Istanbul efendisini karsima çikarmisti..
Hamit DEREN Bati Trakya’da bulunan genis arazilerinin Yunanlilarin zorla elinden almalari sonrasi hizmetini Tarim Bakanliginda uzun zaman sürdürdükten sonra iste simdi de buradaydi.
O bahsettigim ayyas isçilerden kavga edenlerden ikisi, sonra da biri kovuldu. Hamit Bey bana; “Ben bu kalanlari da kovacagim, ama su pamuk ekimi bitsin. Eger senin gibi temiz arkadasin varsa mektup yaz gelsin” dediginde aklima ilk gelen kardesim kadar sevdigim Hüseyin Demtas’a mektup yazdigimdan gelip basladi.
Ayni yil radyolardan Demokrat Partinin ilk milletvekillerinin ismini dinledigim gibi, baska bir gün de Cumhuriyet Gazetesi’nin bas sayfasinda “Kore’de Türk Süngüsü Parladi” basligi altinda askerlerimizin o meshur Kuniri savaslarini okudum.
Oralarda savas sürerken, is için sik sik gittigim Adana’nin yazlik sinemalarinda en fazla çalinan sarkilar o günlerin ruhuna uyan Müzeyyen SENAR’in “Yine o menekse gözler arali” diye baslayan ve “Sen kaldin gidenden bana hatira” diye devam eden, Hamiyet YÜCESES hanimin da o çok büyük hançeresinden çikan “Bakmiyor Çesmi siyah feryade” veya “Her yer Karanlik” adi ile anilan içli sarkilardi ki, o günler oradaki bilhassa kadinlarin çogunun agladigini görürdüm,
O çiftlikte askere gidinceye kadar çalisarak kazandigim para ile babam köyde daha genis bir ev yaptirmis ve yine o para ile evlenmistim. Daha da fazlasi o mümtaz kisi Hamit DEREN adindaki büyük adamdan çok seyler ögrendim ve feyiz aldim ki onlari burada anlatmaya sayfalar yetmez.
Ikinci yilin baharinda köyden o çiftlige dönerken yanimda Ali Kara Yumak, Hasan Ünlüer, Vahit Özirmak, Isa Duysak, Bünyamin Uysaler ve daha birkaç kisi vardi. O çiftlikte çalisip hayatlarini kazandilar.
Bir zamanlar adi geçen Hamit beyin oglunun da Karaman Devlet Hastanesinde Kadin Hastaliklari Uzmani olarak görev yaptigini duymustum. Ancak ben o yillar Karamanda bulunamadigim için kendisi ile görüsmek imkânim olmadi.
Bir zamanlar velinimetim olan o mümtaz kisi Hamit DEREN beyefendiyi her aklima geldiginde rahmetle anarim. Ruhu sad olsun. 
 
YORUM EKLE

banner284