ONUNCU YIL MARŞI

Önce: Resmi Daire isimlerinin başındaki T.C. (TÜRKİYE CUMHURİYETİ)
İkinci olarak: NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE
Üçüncü olarak: TÜRKÜM DOĞRUYUM Andı
Dördüncüsü: TÜRK; ÖĞÜN, ÇALIŞ, GÜVEN
Şimdi ise: ON’UNCU YIL MARŞI
Bundan sonra sırada ne var ki, veya nemiz kaldı ki, diye kara kara düşünenlerin arasında artık ben de varım.
Mecburiyetten çok küçük yaşta hayatımı kazanmaya gittiğim, isimlerini İlkokulda öğrendiğim Gaziantep ve Kahramanmaraş havalisi köylerindeki bir çiftlikti ama yaşımın çok küçük olması, iklim ve oraların örf ve adetleri memleketim Karaman’a göre tamamen başka,yanımda da beni tanıyan tek kişinin olmayışından, sanki yabancı bir ulusun topraklarındaymışım gibi hisse kapılır,üzülür, tenha yerlerde ise ağladığım olurdu.Ancak o köylerin bağlı bulunduğu ilçe ve vilayetlere vardığımda; resmi dairelerin isimleri başındaki T.C.harfleri ve hemen yanında şerefle dalgalanan Türk Bayrağını gördüğümde üzerime çöken bütün olumsuz etkileri unutur, teselli bulur ve bu seferde sevinç gözyaşları döker, zamanın çoğunu, o resmi daire yanlarında veya okulların civarında geçirirdim.
Allah O’ndan rahmetini esirgemesin. Tarihimizde bize dünyada oluşan bütün yenilikleri yurdumuza da taşıyan büyük devlet adamı Mithat Paşa’nın en büyük eserlerinden olan ve benimde içinde uzun yıllar görev yaparak şeref duyduğum Ziraat Bankasının da başında T.C. harfleri vardı.Şimdilerde yok..Neden? T.C. harflerinin nesinden utandık ki kaldırdık.
Hepimizin bildiği gibi; tamamımızın temsilcisi sayılan Cumhurbaşkanlığı Forsu’nda16 adet yıldız var. Bu yıldızların her birisi; ta milattan önce başlayıp, Osmanlı İmparatorluğunun sonuna kadarki tarihe damgasını vurmuş Türk Uluslarını temsil ettiği gibi, şu anda Atatürk Orman Çiftliği alanındaki Cumhurbaşkanlığı Sarayı merdivenlerinde bulunan ve Sayın Cumhurbaşkanımızın aralarından iftiharla geçtiğini gördüğümüz görevliler de, aynı ulusların askerlerini, yani bizi temsil ettiklerine göre, onları inkar mı ettik..
“Türküm. Doğruyum. Çalışkanım.” Andı ve “Türk Öğün,Çalış,Güven” kelimelerinin hangi yanlışı vardı da, bizi bırakıp gittiler..
Yukarıda saydıklarımın tamamı; çok çok eskilerden beri var olmuş, bazı zamanlar bütün dünyaya hükmünü geçiren, kısacası dünyaya damgasını vurmuş Türk’ü anlattığına göre; bu kelimelerden şeref duyacağımız yerde, neden vazgeçiyoruz.. Söylenenlere göre şimdide 10.Yıl Marşı’nın kaldırılması gündemde.
Biz geçmişimizi galiba ya hemen unutuyoruz veya şahsi menfaatimiz için inkâra kalkıyoruz. Daha 80-90 yıl evvel Kocaman bir Osmanlı İmparatorluğumuz olup, üstümüze gelen üstün dünya devletlerinin marifeti ve imparatorluk içindeki bazı ulusların bizden kopması sonunda Trakya’da, birazda Anadolu’da kalan topraklarımızı dahi paylaşmak istemişler, idare merkezimiz İstanbul işgal edilmiş, Yunan İzmir’den başlayarak Anadolu’yu işgale kalkıştığında; Atatürk ve onun silah arkadaşları ile önümüze düştüklerinde; bütün millet olarak Türkü, Kürdü Alevisi,Lazı,Çerkezi ile birlikte topyekun bütün varımızı yoğumuzu da harcayarak, bu vatanı tekrar kurtardığımızı hepimiz biliyoruz.
Kurtarmışız ama geride birbirine bitişik bu savaşlardan da yorgun, mecalsiz, yoksul, çoğu sıtma ve Frengi ve başka başka hastalıkları olan ve yüzde sekseni köylerde, iptidai şekilde yaşam süren ve hemen hemen hiç birinin okuması yazması olmayan 13 milyon kişi kalmışız.
Aynı zamanda o günler yurdumuzda çalışan tren ve vapurlarda bizim olmadığı gibi, Osmanlıdan kalan borçları da üstlenmek mecburiyetinde kalmıştık.Bütün bir milletin birlik ve beraberliği ile, en fazlada o yorgun, yoksul halktan alınan vergilerle yapılan, doğru ve uygun bir programla on yıl sonra nerelere kadar geldiğimizi anlatan 10.yıl Marşı; 1933 yılında yazılıp
bestelenen bir marş olup, Türk insanına moral gücü veren, Cumhuriyeti öven,İstiklalimizi,birlik ve bütünlüğümüzü anlatan bir metin iken, şimdi onu da kaldırıyormuşuz.
Marş metninde: “Demir ağlarla ördük Anayurdu dört baştan”derken şu anda hiçbir insan gücü kullanmadan, dev ve canavar makinelerle değil, insan ve hayvan gücü ile, çapa, kazma,keser, çekiçle, binlerce kişinin tertemiz terlerini dökerek, elleri ve tırnakları ile yapılmıştır. Rahmetli babamın Kütahya civarındaki demiryolu yapımında çalışarak, o yıllardaki 12 liralık yol vergisini ödediği de hatırımdadır.
Bu on yıllık çabanın ilk yıllarında yoksam da, hemen onun sonunda, 1932 doğumlu olmam nedeniyle; bilhassa köylerdeki yaşam üstlenmek mecburiyetinde kalındığından, dişinden tırnağından artırarak zorla verebildiği vergisini ve hemen o günlerde patlayan İkinci Dünya Savaşının yükünü de sırtlandığımız o zor günleri, çok iyi bilirim.12 lira yol parasını nakit olarak veremediği için yollarda çalışmak üzere evimizden haftalarca ayrı kalan Rahmetli Babamı hatırladığım gibi,bir keçi çebicinin vergisinin, kendi bedelinden fazla vergi alındığını da bilirim.
Ancak o günleri de göz önümüze alacak olursak buna mecburduk. Çünkü artık bizimde hiç kimseye bağımlı olmayan, içinde özgürce yaşayacağımız Cumhuriyeti kurmuştuk. O günleri dolu yaşayan bir yazarımız anılarında; ”Bütün bir millet olarak, o yıllardaki yoklukların bir kısmını olsun geride bırakmak için, can siperane çalışarak dişimizden tırnağımızdan artırdığımızı devlete vergi olarak verdik ama, millet olarak da Cumhuriyetimizin en güzel yıllarını, getirdiği hürriyetin tadını doya doya o yıllarda yaşadık” derken doğruyu söylüyordu. Çünkü o günlerdeki yaşamın içinden çıkıp gelenlerden biride benim.
O yıllarda adı İbrala olan ve şimdilerde Yeşildere adı ile anılan doğduğum nahiye merkezide ekmeğini, öküz ve sabanla kazanan kocaman bir köy görünümündeydi ama, hem dini ve hem de milli bayramlar en güzel şekilde kutlanır, aşağı çeşmenin yanına tak yapılarak, yeşilliklerle süslenir,meydanda toplanan köy halkına ya bir öğretmen veya Nahiye müdürü günün anlam ve ehemmiyetini anlatır,çocuklarımız o bayramı çağrıştıran şiirler okur,gecede fener alayı düzenlenirdi.O yıllar adına Maytap denilen havai fişekleri atılır, köy pırıl pırıl olurdu.Onları neden boşlayıverdik veya neden yasakladık?
Tarih; binlerce yıl önce yaşamış Matematikçi, Astronom, İbni Sinan’ın Tıp ilmini ezbere bilen İranlı Şair Ömer Hayyam ile Semerkant Kadısı arasında geçen bir olayı, çok özet olarak şöyle anlatır:
Ömer Hayyam memleketinden Semerkant’a ilk geldiği gün;sarhoş bir kişiyi linç etmek isteyen gerici bir güruhtan kurtarmaya çalıştığı sırada onlar: “Sende Zındıksın” diyerek O’nu şehrin kadısının önüne çıkarırlar.Kadı Ömer’i tanır, ancak, önce odada bulunanların tamamının dışarı çıkmasını emrettikten sonra, Ömer’e yaklaşarak şöyle seslenir:
“Ömer; sen Semerkant’ta tanınan bilge bir kişisin.Eserlerin medreselerimizde okutuluyor.Yüce Rabbim bir insana verebileceği bütün yetenekleri sana vermiş.Umarım Yaratan sana sırasında dilini tutma yeteneğini de vermiştir.Şu günlerde her düşündüğünü ifade edebilmen çok uzaklardadır.Yoksa sahip olduğun bütün yeteneklerinin hiç hükmü yok.Sır ve korku devrindeyiz.İki yüzün olmalı; birini kalabalığa göstermeli, diğerini de kendine”
Şu anda yukarıdaki örnekten bizi idare edenleri tenzih ederim ama, son yıllarda yurdumuzda olan olaylar,bunların sebepleri, Milli Eğitim,Hukuk,çok aşırı israf, kendini sorumlu görme en önemlisi de kendi kendimize kardeşçe birlik ve beraberliğimizi simgeleyen “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkelerini unuttuğumuzdan; şimdiye kadar hiç görülmemiş şekilde zararlarımız var. Rus uçağını düşürmekle olan kaybımız hepimizin malumu, Son günlerde olan İsrail ile olan ilişkimizi normale çevirmemiz, mecburiyetimizdendir. Çünkü İslam ülkelerinin tümü gibi, bizde onların tekniğine muhtacız. Onlar çocuklarını bizler gibi çoktan terkedilmiş bilgilerle değil, önümüzdeki çağa göre yetiştiriyorlar Günümüzün en büyük meselesi ise Kürt kardeşlerimizin çoğunun hiç tasvip ermediği terör olayları ki oradan gelen şehitlerimizle de kahroluyoruz.
En küçük yaştan beri okumaya, öğrenmeye/bilmeye çok hevesli olduğum halde; o yıllarda ilkokulu okurken, tatil günlerinde köyden başkalarına ait öküzleri kırda gütmek için gittiğimde; başka kitabım olmadığından, sırtımda bulunan bir çamaşır ve yeleğimin arasına gizleyerek sıkıştırdığım tarih dersi kitaplarıydı.ilk memuriyetim olan öğretmen vekilliğinden aldığım 60 liranın 40 lirasına; çoluk çocuğumun da rızkından keserek ilk aldığım ise, pilli bir radyo olmuştu.
Uzun bir memuriyetten sonra emekli oldum ama okumaya,yazmaya asla doyamadım.İlk yıllarda zorlanarak aldığım veya yakınlarım tarafından bana hediye olarak verilen yüzlerce kitabı okumuşumdur.Zaten Kur’an’ın ilk ayeti de peygamberimize “OKU” diyerek inmiştir.Okumazsan neyi bileceksin ki.Onun için okuyorum,çevremde,yurdumda olanları da çok iyi biliyor, üzülüyorum.Çünkü çoğu bana,okuduğum kitaplara, aklıma ters ve, bize yakışmayan olaylardır ki, bu da hepimizin gözünün önünde, apaçık ve katlanarak devam ediyor.
Söylemek istediğim pek çok ama, ne yazık ki yukarıda Ömer Hayyam ile Kadı Ebu Tahir arasında geçen o bahis beni bağlıyor. Şunu da hemen ilave etmem gerekir ki; hemen yanı başımızda bulunan İslam ülkelerinden; kendi kendilerine yurtlarını Cehenneme çevirdiklerinden, canları pahasına, daha önce ‘batıl’ dedikleri Hıristiyan ülkelerine sığınmak mecburiyetinde kalanlar örneği var ki beni çok korkutuyor. Çünkü bizi biz yapan, birlik ve beraberliğimizi sağlayan Cumhuriyetimizin ilkelerini birer birer terk ediyoruz...
Yaşım itibariyle; 1957 yılından beri olan bütün seçimlerine iştirak ettim ama,yukarıda saydığım değerlerimizden olan Atatürk İlkelerinin kaldırılmasında hiçbir katkım olmamıştır.Bu hareketim eğer dünyadan ahrete göçtüğümde karşıma bir suç olarak çıkarılacak olursa; bedelini ödemeye de gönüllüce razıyım. Son sözüm ise;“Yaşasın Cumhuriyet”, “Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti”dir. Hoşça kalın.
YORUM EKLE

banner284