PINARBAŞI KÖYÜ GÜNLERİM 4

HANIN ÜSTÜ BAĞIMIZ-KÖYÜMLE BAĞIM SÜRÜYOR
Dedem Mısırlı Ahmet Hoca 1969 yılında 86 yaşında öldüğünde şehirdekiler hariç köyün muhtelif mevkilerinde 14 parça bağ, 32 parça tarla, 1 kavaklık ve 1 evi vardı. Babam, amcalarım ve halalarım 10 kardeş sata sata bitiremediler. Bugün bile içinden dere geçen Karalgazi mevkiindeki 59 bin 120 metrekare Elmalıbağ olmak üzere birkaç parça bağ yeri ve tarla biz torunlara ve torunların çocuklarına kadar intikal etti geldi. 40 küsur varis olmamızdan gelen güçlükten dolayı 40 düğümlü olarak Allahın güneşine, rüzgârına, karına ve soğuğuna havale durumdadır. Kilitlenmiş olarak dağları bekliyorlar. Önce de dedim ya, bağ bahçeye dönüp de bakan mı var sanki.
70’li yılların ortalarında Hüsnü Yusuf amcamdan bedeli mukabili babama intikal eden Hanın Üstü diye anılan Taşgüney mevkiindeki köyün tek parça en büyük 70 bin 900 metrekare 32 çiftçi dönümü bağı, yine babam ölmeden iki yıl önce 1990 yılında köyden Ali Arslan’a sattı. Ortasından geçen Başkışla yolunun ikiye böldüğü bağ, yeni sahiplerinin elinde 60’lı 70’li yıllardaki altın çağını yaşadıysa da, oda köyün ve ülkenin topraklarına musallat olan salgından nasibini alıyordu. Bugün bağ’ın küçük bir bölümünde kuru üzümlük ekşikara bağla, eski günlerinden küçük bir hatıra adacığı oluşturmuşlar.
Yılda bir defada olsa gittiğim, bazılarında karşılaştığım bağın gönlü açık, cömert Ali Arslan ve oğlu Mustafa “burası yine sizin. Her zaman çıkıp gelin bobal (vebali) boynuna. Gelmezseniz güceniriz” derler her defasında. Bağın içine otomobille girebilmemiz için anahtar bile verdiler. Köyümün görgülü, gönlü zengin insanlarına en içten duygularımla teşekkür ediyorum.
Evet… Sağ ve sağlığım yerinde olduğu müddetçe köyüme ve Hanın Üstü dediğimiz bağa hep geleceğimi biliyorum. Ama ayakta, ama oturduğum yerden Ağalan Sırtlarına, Taşgüney ve Çıtlık Tepesine, Karalgazi Mevkiinin Bokdurmaz Yamaçlarına, Burhan, Başkışla, Fideriş (Çavuşpınarı), Yılangümü (Gökçe) ve Morcalı köyü arazilerini seyreyleyeceğim ve dağların havasını içime dolduracağım.
Köyüme geldikçe çoktan Mevla’sına kavuşan pek bir gürüldekli Kara Ali Dayımın, acılı seven Kara İbrahim Dayımın, insanların altına kaçırmasına sebep olan Azime Teyzemin sesleri hep kulağımda olacak.
Çocukluğumda, dağlarında seslerinin birbirine karıştığı bugün olmayan kekliklerin seslerini onlar olmadan da duyacağım.
Cırcır böceği dediğimiz Ağustos böceklerini şehirde avuç dolusu para versem de bulamayacağım sabaha kadar süren senfonisini gözü kapalı dinleyeceğim. Dutdibinde biriken buz gibi suya gireceğim. Koca pınar’ın çelikleşmiş suyuna atlar, eşekler, inekler, ördekler ve kazlara imrenip paçalarımı dizlerime kadar sıyırıp içinde donuncaya kadar kalacağım.
Han Üstü bağımızdan Hanönü’ne ve Çeşmesi’ne meşeli dağlardan atlaya, dolana inip, kendimi artık olmayan daha çok Karaman’dan gelen piknikçilerin şen sesleri içinde bulacağım.
Pınarbaşı köyünün Kazancı Bedih’i Tellal Yahya amcanın köyün evlerine, sokaklarına, dağlarına, taşlarına sinmiş simit gibi gevrek sesini duyacağım.
Çalışkan Başkışla köylülerinin şehre yaş ve kuru üzüm taşıyan at arabalarının çelik çemberli tekerleklerinin dağlarda çın çın yankılanan seslerini ve sürücülerinin konuşmalarını kilometrelerce uzaktan gelen sesleri kulaklarımdan hiç gitmeyecek.
Karanlık gecelerde gaz lambasından başka aydınlanma aracı olmayan ve kör karanlıklarda daha bir çoğalan matematik ilminin sayısını bilmediği yıldız denizinde boğulacağım.
Her yıl ilkbahar geldiğinde babaannemle bağ bozanı almaya, yaz sonunda artık kurulmayan harmanda düven döndürmeye samanın tozunun gözüme kulağıma dolacağını bile bile gideceğim.
Yılda bir kere de olsa sergiden babaannemin kara tavada odun ateşiyle pişirip şepit ekmeğine buharıyla sıktığımız tereyağlı bulgur pilavını han-ı iştiha ile yiyeceğim.
Yılda bir kere de olsa Pınarbaşı köyüne gittiğimde, Eczacılık tahsili yapan Musa amcamın Hanın Üstündeki bağımıza yaklaşık 100 yıl önce diktiği, iki yıl önce odun yapmak için kesilen artık yerlerinde olmayan üç armut ağacını gözlerim dolu olarak, yüz yıl önce toplayıp höyük gibi yaptığı bağın taşını gördüğüm gibi göreceğim. Altına oturup, üç ağacın birine kendi elleriyle aşılayıp her dalındaki ayrı tatlardan, bugün olmayan kara armutlardan, sarı armutlardan, öküz göbeği armutlardan sularını gömleğime damlaya damlaya yiyeceğim.
Karamanlının dediği gibi: Nede olsa gursak (mide) gavurgasını ister.
 
YORUM EKLE
YORUMLAR
rabiya zulal
rabiya zulal - 7 yıl Önce

ne güzel anlatmisin hepimizin icinden gecenleri. 40 yillik köyüme duydugum özlem bu yazdiklarinizi okuyunca bir daha costu ,hic kimseyi etmesin vatanindan ayri rabbim bizlerede köyümüzde gecte kalsak bir mütdet yasamayi nasip etsin

banner284