Utanç Müzesi!

Müzeler vardir is insanlarinin yasamlarindan kesitler sunar. Müzeler vardir teknolojinin evrelerini, sanayi devrimini günümüze tasir.
Artik öyle bir müze var ki Ankara’da, 81 yilda binlerce insanin, duvarlarina sinmis acilarini ve 19 insanimizin idamini hatirlatarak yakin tarihin utanç izlerini yansitiyor.
Bazi müzeleri hayranlikla, bazilarini gülerek, eglenerek gezersiniz. Ama özellikle bizim yasimizda olanlar hüzünle, bazilari da gözyaslarini gizlemeye çalisarak geziyorlar Ulucanlardaki utanç müzesinin koguslarini.
Altindag Belediyesi, Adalet Bakanligi,  Ankara Barosu ve Mimarlar Odasi arasinda imzalanan protokol çerçevesinde restorasyonu yapilarak yikimdan kurtarilip müze haline getirilerek genel görüse açilan ''Ulucanlar Cezaevi'' ni henüz gezmemistim. Karaman’dan ziyaretimize gelen yegenim Gizem’in de istegiyle utanç müzesini gezmeye gittik. Daha dis kapisinin önündeki otoparka girerken günü ve tüm gündemleri unuttum. On, yirmi, otuzlu yaslarim, acili üniversite yillarim serit gibi geçmeye basladi hayal perdemden.
Ilk olarak o yillarda ismini sikça duydugumuz “Hilton” isimli kogusa girdik. Burada rahmetli Bülent Ecevit dâhil saygin kisiler kalmis. Kalabalik bir ziyaretçi grupla, oklarin gösterdigi güzergâhi takip ederek diger koguslara, hücre koridorlarina, adina disiplin hücresi denilen zindanlara girdik. Anilari, duvarlardaki yazilari okuyup fotograflar çektik.
Gözyaslarimi gizlemeye çalissam da, agzimdan çikan sözcükler kafamin otuz yil öncesine takildigini gizleyemiyordu. Çok arkadasimiz Mamak ve Ulucanlar cezaevlerinde iskencelere maruz kalmislardi. O günlerin iskencelerini, acimasiz gardiyan seslerini ve mahkûm yakarislarini canlandiran ses efektlerinin çinladigi koridorlardan geçerken sinirleriniz bosaliyor ve koridoru terk etme çabasina giriyorsunuz.
Koguslardaki ranzalarda oturan, mumya olarak yapilmis mahkum görüntülerini; ömürlerini oralarda geçiren Nazim Hikmet, Yilmaz Güney, Bülent Ecevit, Muhsin Yazicioglu dahil yüzlerce yazarin, sanatçinin ve siyasilerin cezaevi hikayeleri ile fotograflarinin oldugu tabelalar ve duvarlara asilmis O günlerin gazete örnekleri ile mahkumlara ait esya vitrinleri tamamliyor.
1980’li yillarda cezaevinde görevli oldugunu söyleyen yasli beyefendi fahri rehberlik yaparcasina, kapisinda “HAMAM”  yazan bir bölüme girdigimizde; burada bazi mahkûmlarin kursunlanarak öldürüldügünü anlatirken kitaplarda okudugum Hitler firinlarini animsadim.
Güzergâhin sonunda 1972 yilinda suçlari ülkesini düsünmek olan Yusuf Aslan, Hüseyin Inan ve Deniz Gezmis; 1980’de de yasi büyültülerek idam edilen Erdal Eren ile birlikte 19 insanin idam izlerini tasiyan daragacini ve yagli urgani görüyorsunuz. Fahri rehberimiz çikis kapisina yakin, yaklasik 50 cm gövde çapinda, 15 metreye yakin yükseklikteki kavak agacini parmagiyla göstererek daragaci bu kavagin yanina kuruluyordu derken sesi titriyordu.
Gördüklerimi anlatabilmenin zorlugunu bir kez daha yasiyorum çünkü aradan günler geçmesine ragmen henüz kendime gelemedim. Kafamda canlanan elli yilin sicak izlerinin sogumasi zaman alacak gibi. Daha detayli anlatabilmek için yüzlerce fotograf ile sayfalarca metin sunmak gerek ki burada mümkün degil, biraz anlayabilmek için mutlaka görmek gerek.
Müze çikisinda, üniversiteye hazirlanan yegenimin ”dayicigim okudukça merak ediyordum, gezip görünce içim karardi ama bundan sonra ülkem için daha fazla çalismam geregine inandim” sözcükleri her seye degdi. Ayni sarsilmayi yasamaniz pahasina ilk firsat da Ankara’daki UTANÇ MÜZESI’ni gezmenizi öneriyor, acilardan uzak güzel günler, aydinlik bir gelecek diliyorum.
[email protected]
 

YORUM EKLE

banner284