AK KÖPRÜDEKI KOVALAKLAR ( Keçi Mustafa dayi)

Babamin hem sakali ve hem de öz elestiri ve hicivli olarak, karsisindakine adeta ders veren bu anlamli sözlerinin bazilarina sahit olmus isem de, sahsen sahit olmadigim ancak baskalarindan isittiklerim de az degildir.
Misal olarak çocuklugumda bizim evde komsularla otururken; bir kadinin babama “Hay Mustafa, disi olmayana yeni dis takiyorlarmis, acaba nasil takarlar ki” dediginde babam, ciddi, ciddi “Çok kolay Kiraz aba. Saglam kemiklerin ucunu sivriltirler, sonrada bir çekiçle eski dislerin yerine tik tik diye çakarlar, Yine baska bir komsu toplulugunda da; o yillardaki besibirlik ve gramsa gibi altinlardan bahsederken rahmetli anamin “Hay Mustafa tirnaklarinda uzamis” sözüne karsi babam yüksekçe bir sesle; “Serife!. Altin lafi edilirken,‘tirnak’ lafi edilmez” dediginde, oradakilerin gülmelerini hatirlarim.
Ziraat Bankasi Müdürü Rahmetli Mehmet Isçi’nin, Ulukisla istasyon bahçesinde ögle yemegine davet ettigi, ancak çekincen tavri ile yemegi yavas yiyen kayin babam Osman’a: “Eger bu yemegi begenmemissen, sana baska yemek söyleyebilirim” demesi üzerine, hemen araya giren babam: “Mehmet bey. Osman yaninda içki olmayan yemegi yiyemez ki” demis, Mehmet beyin de garsona içki söylemeye kalkmasi, rahmetli babamin normal sakalarindan ancak birkaçidir.
Nükteli, yani kisa ve özlü, ayni zamanda hiciv dolu, aci ve düsündürücü sözlerinden örnek olarak ta: Ikinci Cihan Savasi yillarinda ekmeklik bugday fiyatlarinin babamin alim gücü sinirlarini asmasi sebebiyle, komsulardan zorla bulabildigi birkaç teneke bugday ve arpa karisimi çuvalini, un yaptirmak için degirmene götürecegi sirada bir komsumuzun: “Onu kalburdan geçirerek tozundan, içindeki yabanci maddelerden arindirin da degirmene ondan sonra götürün” sözlerine babamin: “Hay Zahide! Bu kadarini bile zor buldum. Elimden gelse çogalmasi için içine toprak karistiracagim, sense içindekilerden bahsediyorsun” dedigini,
Bahçede kavak kesen kardesim Osman’in kavagi elma agacinin bir dalina düsürüp kirmasini gören babam: “Hay oglum!Ben sana dikkat et dedim, bak agacin dalini kirdin. O kavak agacini, o elmanin dalina düsürecegine, benim basima düsürseydin, bu kadar yanmazdim” sözünü,
Konya’da bir hastanede prostat ameliyati için masaya yatirildiginda; basucundaki O’nu bayiltma hazirliginda olan narkozcu hemsireye: “Kizim elindekilerle bana ne yapacaksin?” demis. Narkozcu hemsire ise:“Amca bununla seni uyutacagim.Ameliyat sirasinda aci duymayacaksin”dediginde de: “Peki kizim. Ama dikkat ette, temelli uyutma ha”dedigini bilirim ki, iste rahmetli babam hayat ve ölüm arasindaki en ince çizgide dahi hem dramda ve hem de mizahta karsisindakini güldüren ve ayni zamanda da derin derin düsündüren kabiliyete sahip biriydi.
Yazimin konusu olan “kovalaklara”gelince:
Çocuklugumdan bildigim kadari ile “kovalak” köyümüzdeki dere ve ark kenarlarinda, hayvanlarimizi otlattigimiz Körseyvat, Tuzlupinar, Kalif, Kuzin Pinari, Çayirkuyu ve buna benzer mevkilerdeki çayirliklarda, ekseriyetle de oralardaki pinarlardan akan sularin kenarlarinda yetisen, ince, sivri uçlu, taze iken davar cinsinden, bilhassa keçilerin severek yedikleri, bir bitki türüydü.
Yesil renkleri ile öbek öbek ve boylari 30–40 santime kadar veya daha da uzun bu kovaliklardan; teker teker çekip çikararak, hani Hacivat ve Karagöz’ün baslarindaki külahlar
gibi külah yaparak basimiza geçirdigimizi veya topuz yapip, sakaciktan arkadaslarla bir birimize vurup eglendigimizi hatirlarim.
Köyümüzde bilhassa da soyadi kanunu çikmadan önce insanlar çogunlukla lakaplari ile anilirlar ve birisini tarih ederken de o lakaplari ile tarif edilirlerdi. Misal olarak babam, dedemin bir kolunun çolak olmasi sebebiyle: “Çolak Osman’in Mustafa” veya Ilkokulda hizmetli olarak çalistigindan “Bevvap”, “Hademe Mustafa” lakabi ile anilirdi ki, yazinin ruhu itibariyle de, isimleri o yillardaki lakaplari ile kaleme aldim..
O yillarin zor sartlari içinde geçen bir çocukluk ve ilkokul, sonra üç yillik bir yatili okul, askerlik, nihayetinde de Ziraat Bankasinda çesitli sehirlerde geçen is hayatimi Memleketim Karaman’a tasimis, önce buradaki arkadaslarimla, sonrada onlarin sayesinde pekiyi taniyamadigim Karaman’i ve buranin halkini yavas yavas tanimaya basladigim günlerdi..
O yillar bütün Türkiye’de oldugu gibi, köylerin sehirlere tasinmasi hevesine uyularak, köyümüz halkindan da birçok aile evini Karaman’a, daha çokta, Saylar Mahallesinde aldiklari evlere veya oradaki arsalarina ev yaparak yerlesmis olduklarindan, çarsida karsilastiklarimla merhabalasiyor, hal hatir soruyor, bankada olan islerinin bir an önce neticelenmesine de, mevzuatin verdigi ölçülerle yardimci oluyordum.
Köyüm (Ibrala)Yesildere’nin ta çocuklugumdan beri çok sevdigim bir örfü, adeti ve aliskanligi var. “Kederde ve kivançta bir araya gelmek, aciyi ve sevinci birlikte paylasmak”. (Su anda bu çok güzel gelenek, hem Karaman’da hem de Konya’da Yesildereliler tarafindan daha genis ve kapsamli sekilde ve dernek çatisi altinda yürütüyorlar ki, bu dernekleri çok olumlu bulur, yürütenlerin tümüne de tesekkür ederek kolayliklar dilerim)
Iste o günlerde simdi adini hatirlayamadigim köyümden birinin dügününe de çagrildigimdan, dügün sahibinin evini bilen biri ile Saylar üzerindeki dügünevine vardigimizda; evin genisçe olan misafir odasina alinmis ve hemen de hazirlanmis bulunan yer sofrasinin birine bende diz çökerek oturup, yemeklerimizi yemis, sedirler üzerinde çaylarimizi içiyorduk.
Etrafima söyle bir baktigimda; bu hemserilerimden akran ve benden büyüklerden bazilarini taniyorsam da, köyden çok erken yaslarda ayrildigimdan, kalanlarinin çogunu hiç tanimiyordum. Bu arada; benden yasça büyük, köyün ileri gelenlerinden, sohbetleri dinlenir, köyün belediyesinde yillarca muhasebecilik yapan, Ahmet Alparsan (Akkus Dayi); askerligini benim Karaman’a gelmeden önce görev yaptigim Ermenek’de yapmis olmasi sebebiyle, Ermenek ve köyleri hakkinda bana sorular soruyor ve bende bildigim kadari ile, oralari anlatirken, digerleri de bizi dinliyordu.
Bir aralik; simdiye kadar hiç görmedigim, yaslica birisi, önce yakinindakilere, sonra da Akkus Dayiya beni kastederek kimlerden oldugumu sormus. O da: “Ha sizi tanistirayim, bu hemserimiz baska yerlerde memurdu, simdi buraya Ziraat Bankasina tayin oldu. Köyümüzden Bevvap Mustafa’nin oglu, adi Tevfik” demis ve bana dönerek de: “Bu arkadasta bizim köylü olup, köyden Karaman’a ilk göçenlerden Maymunun Mustafa, Lakabina da KEÇI derler. Hem de; köyde iken senin babanin en iyi arkadasiydi” diyerek gülmeye baslamis, oradakiler önce yavastan, sonrada daha yüksek sesle gülüsmeler baslayinca, adamcagiz bana tekrar bakarak: “Ha so bosbogaz herifin oglumu?”demisti.
Ortalik birazcik yatistiginda ise; önce Akkus Dayi sonrada oradakilerin çogu adama dönüp: “Ne olur Mustafa. Su olayi birde sen anlat” dediklerinde; adam önce nazlanmis sonrada israrlara dayanamayarak, rahmetli babamla aralarinda geçen o olayi söyle anlatmisti:
“Sizinde bildiginiz gibi, köyden Karaman’a ilk gelenlerdenim. Buraya alisincaya kadar, kendimi kimsesiz ve yapayalniz hissederek kötü günler yasadim. Tekrar köye dönmeyi düsündüm ama, bu defada köyde hakkimda ileri geri konusmalardan, daha çok ta ‘Ne isin var Karaman’da’ diyen yakinlarimdan ve arkadaslarimdan çekiniyor,korkuyordum..
Iste o günlerden birinde; bizim köylülerin çok geldigi Kervansaray Hani yakinlarinda bir kahvehanenin pencereye yakin bir masasinda, elimdeki çayi yudumlarken, diger yandan da bugün köyden gelen tanidiklar varmi ki? diye yoldan geçenlere de bakiyordum ki, köyde de çok sevdigim arkadasim (Beni de göstererek), bu arkadasin babasi Bevvap Mustafa’yi gördügümde, hemen disari çikarak,O’nu kolundan tutup, dogruca oturdugum masaya kadar getirmis ve çayini da söyledikten sonra, hos bese de baslamistik.
Epeydir birisi ile söyle doya doya konusamadigimdan, adeta dilim sismis, sessiz biri haline dönmüstüm ki, köyden çok sevdigim ve her seyi çekinmeden senli benli konustugum birine kavusmanin sevinci ile, önce hosbes etmis sonra da; “Arkadasim iyi ki geldin, çoktan beri oralardan havadis alamiyordum, ne var ne yok?diye sordugumda: “Ne olsun ki. Köyde degisen hiç bir sey yok” demis, sonrada bir seyleri hatirlamis gibi ve ciddi bir tavir takinip benim lakabim olan Keçi’yi de kastederek:
“Ha az daha unutuyordum!Iyi ki aklima geldi. Sen buralara geleli, köydeki, bilhassa Akköprü’dekikovalaklar kocaman oldular!” der demez, oradakilerden müthis bir kahkaha tufani kopmus ve sonrada uzun uzun alkislanmisti. Allah cümlesinden rahmetini esirgemesin. 
YORUM EKLE

banner284