ATATÜRKÜN MÜHRÜ

Ilkokula gittigim yillarda, okulun büyük salonunda bizlerin ulasamayacagi yükseklige asilmis kocaman bir levhadaki çürük bir dis resminin altinda büyük harflerle “Bir çürük dis neler yapar” ibaresini ve alt alta siralanmis insan vücudunda yaptigi hastaliklari da hatirlarim..
Çocuklugumda köyde bulunan nahiye müdürü, nüfus memuru, ögretmen, jandarma komutani gibi kimselerin içine giremedigimizden, onlari bilemem ama onlardan gayri olanimizin, büyüklerimiz de dâhil, dis firçasini kullanan ve hatta bilen bir kisinin oldugunu sanmam.
Büyüyüp hayata atildigimiz yillarda bile, maddi yönden sanki lüksmüs gibi gelmesinden, örf ve adetlerimizde de olmadigindan olacak ki ona satildiklari eczanelerde söyle bir bakip geçiyorduk. Belki de fayda ve özelligi bizlere geregi kadar anlatilamamis da olabilir ama simdi düsünüyorum da, bu hatamin cezasini ailemin hemen hemen tamamina çektirdigimi de itiraf etmem gerekiyor...
Ancak bizden büyüklerden bazilarinin yelek cebinde tasidiklari adina misvak denilen nereden temin ettiklerini bilemedigim uçlari firça gibi bir nesneyi köyün o çesmelerinde abdest alirken kullandiklarini görürdüm.
Esimin disleri çok erken yaslarda çürümeye basladigindan, dis tabibi ile tanismalarimiz da çok erken baslamisti. O yillarda ikamet ettigimiz Çumra’da dis tabibi olmadigindan, agriyi çesitli agri kesiciler ile dindirmeye çalisirken memuriyetimizin Konya’ya tasinmasi ile ilk tedaviye de orada baslamistik.
Esim Konya’dan memuriyetimiz sebebiyle gittigimiz Ermenek ve Karamanda da dislerinden tedavi görürken, benim dislerim onunkinden saglam çikmis ve uzun yillar disçiye gitmemistim. Iste o yillarda birlikte yemek yerken esim zorlanir ve bana dönerek “Ne olacak benim dislerim teneke, seninkiler ise ATATÜRK’ÜN MÜHRÜ GIBI SAPA SAGLAM DURUR” diye takilir ve Insallah bir gün senin dislerin de benimki gibi olur diye devam eder, birlikte gülerdik.
Bu yasa gelinceye kadar tabii ki benim dislerimden kaybettiklerim de oldu. O günlerde dis agrilarimi gören esim “Bu agriyi bilirim zordur” der ve sanki kendi disiymis gibi, yüzüme aciyarak bakardi.
Su anda dis tabibinin o meshur koltuguna oturanlarin da bildigi gibi üç haftadan beri yogun bir sekilde o koltuklardan birinde acilara dayanmaya çalisiyorum. Bu dis onarimindan sonra esimin tabiri olan “Atatürk’ün mührü” dönemini yasayacagimi asla sanmam ama insallah birazcik rahatlayacagimi umarim..
Güncel olarak birde su günlerde trafik, maden, insaat gibi islerde ihmal ve tedbirsizlikten olusan kazalar sebebiyle pek çok kurban verdigimiz insanlar var. Zengini daha fazla zengin etme politikasi ve “Begenmeyen gelip çalismasin” anlaminda bu insanlarin issizliginden ve çaresizliginden çikar saglayarak zenginligine zenginlik katan çikarci is sahibi, patronlar çogaldi.
Her seyi maddiyata baglayan bu patronlarin bazilari da isinde hayatini kaybedenlerin geride biraktigi dul ve yetimlerine birkaç kurus kan parasi vererek, bu biçare garibanlari susturmaya çalisiyorlar.
Basimizdakiler halife Ömer’in birisi tarafindan hançerlendikten sonra son nefesini verirken oglu Abdullah ile olan konusmasinin hikâyesini muhakkak ki bilirler. Hani oglu
Abdullah’in babasina “Bir daha ne zaman görüsecegiz?” sorusuna babasinin önce “kiyamette”, oglunun daha erken olmaz mi? israri üzerine de, “iki gün sonra rüyasina gelecegini” söylemesi, ama 12 yil sonra ancak gelebilmesi, oglunun “Neden bu kadar geciktin?” sorusuna da “Çünkü hesap veriyordum. Meger Irak fethedilirken köprünün biri yikilmis da koyunlardan biri suya düsmüs. Verdigim hesabin en agiri buydu” dedigi hikâye.
Dert üstüne dert misali son yillarda yurdumuzda cereyan eden olaylarin tamaminin da nedeni bence, bizim rahmetlinin bir zamanlar benim disler için ATATÜRK’KÜN MÜHRÜ kadar saglam dedigi benzetmede olan ve o meshur mührü tasiyan ilkeleri birer birer terk etmemizden, insana degil maddiyata dönmemizden oldugu kanaatindeyim.
Söylenecekler çok ama, yeri ve zamani degil. Allah daha beterinden saklasin. 
YORUM EKLE

banner284