AYASOFYA

Zorbaların, zor kullanarak, birkaç fazla çakmak taşına ve birkaç avuç fazla tahıla el koymaları, bunların bulundukları toprakları da ele geçirme ve bu topraklara sahip olma isteğini ve tutkusunu başlattı. Yönetici durumuna gelen zorbalar, süreç içinde daha fazla toprakları ele geçirme ve daha fazla insanları köleleştirme ve yönetme, büyük ordular ve güçlü silahlar oluşturma ve daha çok savaş kazanıp, bu savaşlarda daha fazla insan öldürme noktasına geldiler. Kendilerini daha büyük, daha güçlü ve daha haşmetli olduklarının kanıtları olduğuna inanan mülkiyet ve iktidar tutkunu yöneticiler, daha güzel ve daha büyük şato, kasır ve sarayların sahipleri oldular.

Bunları da yetersiz gören mülkiyet tutkunu yöneticiler, bu kez mabet olarak bilinen tapınaklar yapma yarışına girdiler. İşte Bizans İmparatoru Justinianus, yaptırdığı Ayasofaya Kilisesi’nin yapımının bitiminde, İbrani kralı Süleyman’ın Kudüs’te yaptırdığı Mescid-i Aksa’yı kastederek: “Ey Süleyman seni geçtim,” diyerek, güçlülüğünün kanıtı olarak Ayasofya’yı gösterdi. Anlaşılacağı gibi, Justinianus’un bu yaklaşımıyla Ayasofya, inananların ibadetlerini yapacakları bir mabet yerine, yöneticinin gücünü gösteren ve kanıtlayan bir devlet tapınağı durumuna geldi.

916 yılı kilise, 480 yılı da cami olmak üzere ibadete açık kalan tek mabet olan ve Kutsal Birlik ya da İlahi Birlik anlamlarına gelen Ayasofya’nın, üç farklı zamanlarda inşaatı sürmüştür. Duvarları Teselya, Mısır’dan getirilen renkli mermerlerden ve Marmara Adası’ndan getirilen beyaz mermerlerden yapılan Ayasofya’nın kubbesi, yerden yüksekliği 55,6 m olup tuğladan yapılmış ve 40 adet büyük penceresi vardır. Yapının içinde 107 sütun vardır. Bu sütunlardan 40 âdeti alt katta, 67 âdeti ise galeride yer almaktadır. Ayrıca iç bölümünde çok göz alıcı mozaiklerle kaplanmıştır.

Ayasofya’nın Jüstinianus zamanındaki inşaatı süresince yapılan sütunları, 10.000 kişi, 5.000 kişiden oluşan iki vardiya halinde çalışmıştır. İnşaatında kullanılan ve kendini onaran kalsiyumlu çimento ve tuğlası Rodos Adasından getirilmiş olup bunlar, 800 derecelik fırınlarda pişiriliyordu. İnşaatta kullanılan kalıplar da Rodos Adası’ndan getirildi.

Ayasofya’nın ilk inşaatına Konstantin tarafından başlanılmış ve oğlu II. Konstantinus tarafından tamamlanmış ve 360 yılında açılmıştır. 404 yılında, İmparator Arcadiusun eşi Aelia Eudiksia’nın Konstantinopolis patriği Aziz İoannis Hrisostomos ile çatışması sonucunda sürgüne gönderilmesi nedeniyle oluşan isyanlar sırasında bu kilise büyük tahribatlara uğradı ve yıkıldı.

Ayasofya’nın ikinci inşaatı, II. Thedosius tarafından 415 yılında yapıldı.

İkinci kez inşa edilen Ayasofya bu kez, aristokrat kesimi temsil eden maviler ile esnaf ve tüccar kesimi temsil eden yeşillerin İmparator Justinianos’a (527-565)

karşı birleşmesi sonucunda çıkan ve tarihte “Nika İsyanı” olarak geçen, büyük halk ayaklanması sırasında 13 Ocak 532 yılında yıkılmıştır.

Justinianus, 532 yılında patlak veren Nika İsyanı sırasında yıkılan Ayasofya’yı öncekilerden tamamen farklı daha büyük ve çok daha muhteşem bir şekilde yapılmasına karar verdi. Yapım için matematikçi Anthemius ve mimar oalarak da Miletli İsidoros’u görevlendirdi.

532 yılında başlayan inşaat 5 yıl gibi kısa bir sürede tamamlandı ve 537 yılında törenle ibadete açıldı. Kaynaklarda, Ayasofya’nın açılış günü İmparator Justinianos’un, mabedin içine girip, “Tanrım bana böyle bir ibadet yeri yapabilme fırsatı sağladığın için şükürler olsun” dedikten sonra, Kudüs’teki Hz. Süleyman Mabedi’ni kastederek “Ey Süleyman seni geçtim” diye bağırdığı geçer.

İstanbul, kayıtlarda Konstantinopolis olarak geçmekte iken 1930 yılında İstanbul olarak kayıtlara girdi. II. Mehmet, İstanbul’u fethettikten sonra Fatih sanını aldı ve Fatih Sultan Mehmet olarak anılmaya başlanıldı.

İstanbul, II. Mehmed’den önce de Emeviler tarafından iki kez, Avarlar, Bulgarlar ve Sırplar tarafından ve Osmanlı padişahları tarafından da kuşatılmış ise de II. Mehmet tarafından fethedildi. Ayrıca İstanbul 1204 yılında IV. Haçlılar tarafından işgal edildi. Haçlılar, İstanbul’da feodalite sistemine dayalı bir Latin Krallığı kurdularsa da bu krallık ve işgal, 1261 yılında sona erdi. Bu kez I. Dünya Savaşı’ndan sonra 30 Ekim 1918 yılında yapıla Mondros Ataşkes Antlaşmasının 7. ve 24 maddelerine dayanarak İtilaf Devletleri 13 Kasım 1918 tarihinde İstanbul’a girdiler ve İstanbul, fiilen işgal edildi. İngilizler, 16 Mart 192o tarihinde de İstanbul’u resmen işgal ettiler. İstanbul, bu işgalden 6 Ekim 1923 tarihinde, Şükrü Naili Paşa komutasındaki Türk Ordusunun İstanbul’a girmesiyle son buldu.

YORUM EKLE

banner284