BÜYÜK BÜYÜK BABA - OGUL DEDELERIM VE AKKÖPRÜ

Oradaki daminda göçülü, esimin akrabalarindan da olan, Rahmetli Veli Uysal (Kel Veli), bize yaklasarak, her zamanki sakaci hali ile; “komsular, bugün otobüs gelmeyecekmis, sizi çiftligimdeki apartmanimda misafir edebilirim. Buyurun” demis, oradakilerin gülüsmeleri arasinda gelip yanimiza da oturmustu.
Laf lafi açmis, sohbet de koyulasmisti ki, bana dönerek ve eliyle de tarif ederek söyle dedi; ”Eniste, karsi sirtlar, su üstünde oturdugumuz araziler dahil, Akköprü’den, Kirisçi’ye kadar, en iyi arazilerin, bunlardan baska, köyün degisik yerlerinde, en çok araziye sahip bir dedenin oldugunu duymus muydun?” dedi.
Sasirmistim. Veli Dayi bunlari anlatirken, ailemin durumu gözlerimin önüne geldi. Arazi parçasi olarak; Yukaridere’de babamin Ilkokul hademeliginden aldigi çok az maasindan ve hatta bizlerin zaruri ihtiyaçlarindan keserek satin aldigi en büyügü 200 metre kare olan, iki adet bahçecik ve bir de, atalarimizdan kaldigi söylenen ve babam ile anamin omuz zoru ile birazini bag, kalanini da sebzelik olarak, Döseme Çesmesinden akan, diger komsularla münavebe usulü ile sulanan, sebze ektigimiz, Döseme Bagimiz vardi. Hepsi o kadar..
Oysa, Veli Dayi, simdi akla hayale gelmeyen ve hiç bilmedigim, beklemedigim, toprak agasi bir dedemin oldugunu söylüyor, aklima ve mantigima sigmayan bir durumdan bahsediyordu..Veli Dayi hikayesine söyle devam etti:
Iste, dedelerinden biri, o gün yine buraya yakin, Sütlegen Agilinda günlük sürecegi evlegi tamamlamis, öküzleri Akköprünün oralardaki, suyu ve otu bol dere kenarina salmis, kendisi de, köprünün altina inerek, elini yüzünü yikadiktan sonra, köprünün üzerindeki tas korkuluklara sirtini vererek oturdugu yerde, babasinin köyden getirecegi azigi, daha çok da, dün aksamdan beri tükendigi için içemedigi, koyu bir tiryakisi olan tütününü bekliyormus.
Babasinin esek üzerinde Kepez’in o yokusundan inip köprüye yaklastigini gören ogul, oturdugu yerden kalkarak, bir taraftan yanina kadar gelen babasinin inmesine yardim ederken, diger yandan da azik heybesini indirip, hos geldin bile demeden, titreyen elleriyle, aziklari çikarmis ve babasina dönerek; “tütün nerde ya baba?” dediginde, babasinin “tüh unutmusum” sözlerini duyar duymaz, babasina çok kaba sözler söyleyerek, bir de tokat atmis.
Tek evladindan hiç beklemedigi bu çok agir ve çirkin hakarete müthis içerleyen ihtiyar adam, besus bir çehre ve hüzün dolu titreyen sesiyle; “Öylemi oglum?” demis ve deminki tokattan yere düsen fesini alip basina giydikten sonra, esegine binip köye dönmüs, avluda karsilastigi esine; “Zengenli Gari (dedem esini Zengen köyünden almismis), artik benim oglum diye birisi yok. O’nu evlatliktan reddettim” diyerek olanlari anlatmis ve “mallarimin O’na kalmasini da istemem. Bu hususta bana mani olmaya kalkarsan, seni de bosarim” diyerek korkutup susturmus..
Bu arada, oglunun pismanlik duyarak gönderdigi ricaci, konu komsulari da reddeden bu adamcagiz, ölünceye kadar, her yil o tarlalarin bir ikisini satip bitirmis diye sözlerini tamamladiginda, babasina terbiyesizlik eden dedeme, içimden kirilirken, O’nun babasi diger Dedem için de üzülmüstüm...
Veli Dayi’dan bu hikâyeyi dinledikten sonra, çoktan Allahin Rahmetine kavusmus bulunan Emmim Hasan Demir’in (Boduk Hasan); bazi konusmalari arasinda dile getirdigi, o yillarda tam olarak kavrayamadigim, “Ah hayirsiz evlat ah, ataya el mi kaldirilir?) seklindeki aci aci dertlenisini, ancak simdi daha iyi anliyordum...
Veli Dayidan dinledigim bu hikâyeyi, o yillarda sag olan rahmetli babama sordugumda; babam da o olayin hemen hemen aynisini tekrarladiktan sonra da, söyle demisti: “O dedemizden
kala kala yalniz Döseme denilen kiraç bag kalmis. O da herhalde degersiz oldugundan veya buranin satilma sirasi gelmeden kendisi vefat etmis olabilir demis ve söyle devam etmisti:
O dedemizden kalan sadece Dösemedeki simdi yalniz bizim olan yer degil, bitisigimizdekiler ve onlarin yanindakiler de dahil olan arazilerdir. Sahipleriyle, uzaktan ve yakindan akrabalarimiz olduklarini düsünürsek, o satilamayip kalan arazi, bir hayli büyük olup, miras yolu ile bu akrabalara geçmis” diye de eklemisti.
Eski yazilarimin birinde çocuklugumda evimizin bizden baska iki yakin akrabamizin evlerini de içine alan büyücek bir avlunun içinde (biz buraya hayat derdik) bulundugunu, bu avlunun da sokaga açilan kocaman iki kanadinin oldugunu, bu kanatlardan birinin devamli arkasindan kalin bir demir kolla sabitlestirilmis, digerinden girilip çikildigini yazmistim.
O yillar sokagimizda da ayni büyüklükte kapilari olan komsularimizin bulundugunu, bu evlere sirtinda yükleri ile birlikte develerin girip çiktigini, ancak bizim o koca kapidan en son devenin ne zaman girip çiktigini görmedigimi de yazmistim.
Ben dede ve ebelerimi hiç göremedim. (Bizim zamanimizda ninelere veya büyük annelere ebe denirdi) Bugün nüfustaki en son kayitlarda adi olan babamin babasi Osman Dedem ve O’nun babasi Süleyman Dedem vardir..
Süleyman Dedemin sanati demirciliktir. Bu sebepten biz de soyadimizi O’nun sanatina izafeten “Demir” olarak almisiz. Büyük bir ihtimalle Akköprü’de babasina tokat atan da bu Süleyman adindaki dedemin babasidir. Çünkü o yillar bütün köylerde oldugu gibi Ibrala’da da geçerli olan çiftçilikti. Yaptigi büyük hata sebebiyle, babasindan arazi de kalmadigindan, kendisi kit kanaat geçinirken, Süleyman adindaki oglunu, bir demircinin yanina çirak olarak verip, O’na demirciligi ögrettigi anlasiliyor..
Iste bir zamanlar köyde arazi varligi ile bir hayli zengin olan ve bu arazilerden kalkan mahsullerin tasinmasinda, o yillarin en geçerli nakliye hayvani, develerinin sirtlarindaki yükleri ile o koca kapidan geçerlerken, bir hiç yüzünden oglunun yaptigi büyük hatadan sonra arazisi olmayan o dedemin artik devesi de olamayacagindan, kapinin bir kanadinin, neden arkadan kalin bir demirle sabitlestirildiginin sirri da anlasiliyor.
1940 yilinda evimizi o avludan bölünmüs arsa üzerine yeniden yaptirdigimizda, sokaga açilan kapisi, yukarida adi geçen o iki kanatli kapinin birinin küçültülmüsüydü. Ki su anda bile köydeki evimizin disa açilan kapisi olarak görevini sürdürüyor.
Asirlarin tahribatindan yer yer çatlamis, pasli menteselerinden çesitli sesler çikaran dügüm yerleri açilmis, üzerinde çesitli tarihlerde yazili silik numaralari ile atalarimdan bilmem kaç kusak öncelerinin, iyi ve kötü günlerinin göz izi ve anilarini tasiyan, sokaga bakan tarafiyla da önünden geçen nice olaylara sahit olan, bu birkaç asirlik ulu kapinin önüne her geldiginde, içim sizlayarak bunlari hatirlarim.
Bir hiç yüzünde fevri bir hareketle babasina el kaldiracak kadar küçülen olaydaki dedem, insallah sonradan pismanlik duyup, Allahtan affini dilemistir..
Eli öpülesi, bas tacimiz Babalarimizin ve elbette ki dünyanin en degerli varliklarimizdan Annelerin degerini yasarken bilmek ve onlara, dünyanin en degerli varliklari oldugunu hissettirmek, saygida kusur etmemek, onlari mutlu etmek, bir insanin bu dünyadaki en önemli, en birinci görevi ve zevki olmali. Henüz kaybetmeden...
Anne ve babasini kaybedenler ise onlara layik asil bir evlat olmali, çok dua ile hep onlari anmali, onlar adina hayir islemelidirler....
“Aglarsa anam aglar” derler ya, annelerin gözyaslarini görebilirsiniz, ama babalarininkini çogu kez göremezsiniz. Bu onlarin aglamadiklarini göstermez. Onlar sadece “Yürekten aglarlar”.
Bir yazidan hatirladigima göre de; babalar en kutsal varliklar olan annelerin gölgesinde kalan silik kahramanlardir. 
YORUM EKLE

banner284