ÇOCUKLUGUMDAKI IBRALA 2

Çocuklugumun ilk yillarinda; köyde bir hayli devenin oldugunu, bu develerin de diger hayvanlar gibi, sürüler halinde güdüldügünü biliyorum. At arabasinin bile bulunmadigi o yillarda, develer; agir yük ve uzun yolculuklar için, en iyi nakliye hayvanlari arasindaydi. Büyüklerimden ögrendigim kadariyla, köyden Hac’a gidenler bu Develeri kullanilmislardir.
O yillar; tarlalar öküzlerin çektigi sabanlarla sürülür ve ekilirdi. Köyde bir hayli at cinsi hayvanlar varsa da, galiba ekilen tohumlarin derine düser, çimlenemez anlayisi ile pulluk pek kullanilmazken, sonralari ‘sandikli’ adindaki bir nevi mibzerin çikmasindan sonra at çiftine yani pulluga geçildigini sanirim..
Sulanan tarlanin aktarilmasindan sonra, Güzün ekilecegi günler yaklastiginda, tarla suyla bütün kesekleri de eriyene kadar sulanir, buna da GÖNEN denilirdi ki, ekinler kisa girerken ilmik içinde kekligi bile gizleyecek kadar büyüdü denirdi
Yine o yillarda deve sürüsü yaninda, beygir, yoz sigiri, sagmal inek ve dana ile merkeplerden olusan ‘hergele sürüsü’ ile birlikte, en azindan 10–15 kadar küçükbas tabir olunan hayvan sürülerinde, binlerin çok üstünde koyun ve keçiye de sahipti ki, köyde ikibin’in üstünde olan halkin büyük ihtiyacinin karsilanmasinda, en büyük katkiya bu hayvanlar sayesinde erisilirdi.
Bir de bag ve bahçelerdeki ugraslar vardi ki, ben de 7-8 yasindan itibaren yukari derede bulunan iki bahçemize, babamin boz esegimizin sirtina bir harar içinde yükleyiverdigi gübreleri (hayvan tersi) oraya götürürken yol üzerindeki Devlingeç Koyagi’na geldigimde, korkudan esegi dehleyerek çabuk çabuk geçerdim. Çünkü anlattiklarina göre; burada “velet” varmis. Deli Elif bir çocuk dogurmus ta, bogarak öldürmüs, buraya gömmüs derlerdi.
Sonra da babam emmimden bir gün için ödünç aldigi öküzlerle bu bahçeleri sürer, çesitli sebzeleri ekerdik.
Kis hazirliklari:
Artik harman isleri bitmis, un ve bulgurluklar ile güzlük veya baharda ekilecek tarlalar için tohumlar da ayrildiktan sonra, kalan fazla bugday, arpa, çokça ofis ve tüccara satilarak, alinacak para; o yil evlenecek delikanlilarin müstakbel eslerine takmak için besibirlik, gramusa veya bilezikler ile birlikte ailenin diger ihtiyaci için harcanacaktir.
Temel yiyecekler arasinda olan unluk ve bulgurluklar, çokça köy içinde cami önündeki tertemiz akan degirmen argi geriz’inde veya baska yerlerde yikanir, bulgur olacaklar kazanlarda kaynatildiktan sonra, unluklar gibi o yillarda umumiyetle toprak olan damlarda kurutulur, sonra da köydeki su ile çalisan üç adet degirmenlerde ögütülürdü.
Ayni zamanda yine bu damlarda çirpilan cevizler, üzüm erikler, soganlar, kabuklarindan soyulan misirlar, bir de özel olarak bugdaydan ögütülüp ayranla karistirilan hanim ve kizlarimizin elleri ile üçgen sekline getirdikten sonra devri-kamber saplarindan yan yana getirilip baglanan adina da ÇIG dedikleri bir nevi hasirin üstüne serilip kurutulmaya birakilan “tarhana”lari hatirlarim.
Biri su anda yukari kahvenin bati tarafindan yukariya çikan sokakta, digerlerinin yerlerinin nerede oldugunu pek hatirlayamadigim adina SOKU denilen tastan oyulmus büyük (Dibek) havanlar vardi. Ahsap tokmagi ile bu sokularda, o yukarida geçen tarhanaliklar veya yarmalar, daha çok ta o yillarda iri olarak satilan tuzlar, dövülerek kullanilacak hale getirilirdi. Bu isler alti ve üstü yuvarlak tastan yapilmis, elle çevrilen adina da EL DEGIRMENI denilen aletle de yapilirdi
Köyde çesitli yaylalardan baska; Döseme, Pinarkolu, Korundibi ve Asagidere’deki bos tarlalara sagilmaya gelen koyun ve keçi sürülerinden ve aksamlari evlere gelen sagmal ineklerden, kiz ve kadinlarimizin sagdigi sütler, sagilan helke veya cingil içinde, çöp kertigi ile isaretlenerek, topluca birine, birkaç gün sonra da, baska birine devredilir, buna da “degisik” adi verilirdi.
Sütleri topluca alan hanim, onu evine getirir ya süt makinesinden geçirerek Kaymagini (krema) belli bir zaman içinde elleri ile çevire çevire sikistirarak tereyagi yapar, geride kalan suyunu da, çökelek denilen bir nevi peynir yapardi. Bazen de, aksamdan yogurt yaparak sabah erkenden de Yayik’ta(Gümbür) yayarak, tereyagini çikardiktan sonra kalan ayran da, ya öyle tüketilir veya bir kesede süzdürülerek, “yagsiz süzme yogurt” yapilirdi. Yayik isi bittiginde, bu isi yapan hanimlarimiz, bir tas veya cingil içinde, üzerine bir kasik ta tazecik tereyagini koyarak, komsulara ikram da ederlerdi.
Koyunu çok ve zengin olanlar, ya sütün içindeki yagi hiç almadan tam yagli veya yarim yagli peynir yaparak özel “tulum” derilerine iyice basarak, kisa saklarlardi.
O yillar buzdolabi olmadigi için, sagmal hayvanlarin sütlerinden elde edilen kaymak, peynir, tereyagi ve yogurtlar büyük selelerin altinda, yine o damlarda BASTIRIK adi ile günesten etkilenmeyecek kadar üstü çesitli örtülerle örtülerek, bazi yaylalarda daha serin kuyularda, Tekke’de ise ta Yunus Emre’nin atalarinin da kullandigi, oradaki obruklarda saklarlardi. Son güz aylarinda koyun ve keçi sütünden yapilan adina da GÜZ YOGURDU denilen bir yogurt daha vardi ki, büyükçe bir çömlegin içinde saklanirdi. Anam; bu yogurttan her alisinda, kalaninin üzerine iç yagini eriterek döker, böylece daha fazla dayanmasini saglardi. Son yillarda ise, bu ürünler çokça Karaman Belediyesinin yaptirdigi, “Buzhaneye” gönderilmeye baslamisti.
Son yillarda köyün sütlerinin Asagidegirmen veya Karsidegirmen’de, Alpellilerin Süthanesinde peynir haline getirilir, Sümüklü Dayinin lehimini yaptigi peynir tenekeleri soför Mustafa’nin “Austin” marka, üzeri tente ile örtülü, yolcularin da bindigi, Kamyonunun kasasinda, Karaman’a götürülerek Buzhaneye teslim edilirdi.
Mevsiminde toplanip dilinen taze fasulyeler, taze kabaktan dilinen kabaklar, hatta kisa katik olur diye tazecik toplanan tokmakanlar (semizotu) bile kurutulup kisa saklanirdi.
O yillarda köydeki tavuklar kisin yumurtlamazlardi. Anam kis aylarinda kullanacagi yumurtalari eski bir çömlekte çamasirlarin yumusatilmasinda kullanmak için biriktirdigi mese külünün içine gömerek kisa saklardi.
Adina niye tasma kabak dediklerini bilemedigim, simdilerde ise balkabagi denilen güneste kala kala iyice kizaran kabaklar ile, o yillarda yalniz yemek veya hayvana verilmek üzere çok az yetistirilen kelle pancarlar, bir harani veya büyük tencere içinde hanimlarimizin ekmekten kalktiklari bir tandirin üstünde iyice pisirilir ve yenirdi.
O yillarda Afyon (Hashas) ekimi yasak olmadigindan köyde de çokça ekilir, sakizi zamaninda toplanir, Karamanda, ya tüccara veya Ofise satilirdi. Bir de her bahçede oldugu gibi, bizim bahçede de, Kendirik ekilir, olgunlastiginda yukarida bahsedilen tasma kabaklarinin çekirdegi ile kavrularak, bilhassa bugday kavurgasinin içinde, bir çesit çesni olarak yenir veya ceviz, afyon ve Kendirik, dibeklerde iyice dövüldükten sonra, batiriklarda da kullanilirdi.
O yillarda en çok sevdigim, anamin tandirda ekmek yaparken, son kalan hamuru bu afyon yaginda tekrar yogurduktan sonra legene yayip, üzerine yine afyon tohumu serptikten sonra, legenin üstüne saci kapatip, hem üstünden ve hem de altindan hafif ateste pisirdikten sonra dilim dilim bizlere verdiginde sicak sicak yedigim çöreklerdi.
Imambagi’nda bagi olanlar ve diger yerlerdeki bag sahipleri de; artik üzümlerini toplamis ve pekmezlerini kaynatirken, kazanin altindaki bol ateste, son süt misirlari da pisirilerek sicak sicak ve tatlica yenirdi.
Kocamis ve verimden düsmüs koyun, keçi veya sigir cinsinden hayvanlar “etlik” adi ile kesilerek, kavurma, sucuk, pastirma gibi islemlerden geçirilerek kisa saklanir, kavurmasi çesitli yemeklerde, çogunlukla da kuru fasulye ve nohut yemeklerinde kullanilirdi. Ciger kavurmasi ise, o yillarin sabah yemegi olan ve sevilerek içilen sulu pilav(çorba)’a, ayri bir tat verirdi.
Benim çocuklugumda durumumuz müsait olmadigi için etlik yapamazdik. Ancak babam her Karaman’a gittiginde bizim çarsi ekmegi dedigimiz, o yillarin pidesi bir ekmek, yaninda biraz helva ve biraz da dogranmis pastirmadan getirir, doya doya yemesek bile, tadar ne olduklarini bilirdik.
O yillar sobalarda yalniz odun yakilirdi. Bu sebeple kis yaklastiginda ihtiyacimiz odunlari dag tarafindaki Kalif, Enece, Megil ve Çayirkuyu olarak hatirladigim yerlerden temin eder, eseklerle getirir, sobaya göre tahra ile keser ve münasip yere (Rahmetli Babamin tabiri ile kitap gibi) kayar, kisin soba ve ocaklarda yakardik.
Çocuklugumda emsal arkadaslarimla ilk oduna gittigimde, o anilan yerlerde genis ve kocaman mese fundaliklarindan “tahralama” usulü ile, birazcik kalinlarini keser, boz esegimize sarar köye getirirken, bizden büyüklerin kör balta ile bu mese fundaliklarini büyük közleri de olsun diye ta kökünden çikarir getirirlerdi ki, bu sekilde oralardaki agaçlarin neslini de kurutmustuk. Simdi oralarda olmadigimizdan, insallah tabiat ana, kendi kendini tamir etmis, ormanlarimiz o eski bildigimiz duruma gelmislerdir sanirim.
Kisin bilhassa saçta ekmek yapilirken tandirda sacin altinda ekin saplarinin topraga yakin taraflari, samandan büyük, kalin ve dayanikli kismi yakilir, buna da KESMIK denilirdi.
Harmanimiz olmadigindan anamin ekmek yaparken yakacagi kesmik denilen seyi, hem bahçemizden ve hem de mahallemizden komsu ve arkadasim Tilkici Hasan Dayinin oglu, genç yasta kaybettigimiz Sadik ile köyün muhtelif mevkilerindeki artik tamamen terk edilmis harman yerlerinin kalintilarini, süpürerek toplar, içine sigir cinsinden hayvanlarin oralardaki kurumus tezeklerini de katarak, eseklerimizle evlerimize tasirdik.
Kisacasi; sonuç olarak, son güz aylarindaki bu büyük çaba, o yillardaki uzun sürecek olan kisa hazirlik günleriydi ki, yine o yillar bu günlere “KAP KAPAN GÜNÜ” de denirdi.
Devam edecek 
YORUM EKLE

banner284