ÇOCUKLUGUMDAKI IBRALA -2

Sularinin Pinarkolu denilen mevkiden, çanak künkler içinde gelip, çogu ana cadde ve, bir ikisi de ara sokaklarda olan çesmelerden, hiç durmadan gece gündüz akan, ülügünden insanlarimizin, önündeki tastan oyma veya sonradan betondan yapilan yalaklarindan da hayvanlarimizin sulandigi çesmelerimizi, daha önceki yazilarimda uzun uzun anlatmistim. Bazen de hem insanlar ve hem de hayvanlar, o yillar tertemiz olan dere veya irmaklardan, hiç çekinmeden içer ve kullanilirdi.
Adi geçen Pinarkolu’nda sahsen birkaç kez yagmur duasini ve orada köy halki olarak öbek öbek yer sofrasinda etli pilav yedigimi, bir seferinde de, okuldayken oraya yaptigimiz gezide çikinlarimiz içindeki çogu yumurta, sogan, peynir gibi katigimizi, oradaki çesme basinda istahla yedigimizi, ögretmenimizin renk renk kâgittan yaptigi uçurtma uçurdugumuzu hatirliyorum. Yagmur duasi bazen de köyün tam karsisindaki Dösemenin çesmesi basinda yapilirdi.
Bilhassa, bahar ve yaz aylarinda, yagmur yagmaya basladiginda, insanlar o Pinarkolu tarafina bakarlar ve orada yogunlasan bulutlari görünce “Masat çok bulandi. Allah korusun sel gelebilir” denilirdi. Bu taraflara bir de Sarlak denilirdi ki, adindan da anlasilacagi gibi Sarlak; aniden gelen sel sulari demek oldugunu saniyorum. .
Iste buraya yagan ani yagmurlar, köye sel olarak gelir, ana caddeden, taa dereye kadar boz bulanik akip giderken, oralardan kopardigi toprak ve kum tanelerinin bir kismini, bu caddeye birakir, çogunu dereye sürüklerdi. Bizim zamanimizda en büyük sel 1957 yilinda gelen sel olup, köyde birkaç evde ve asagi camide hasar da yapmisti. Sonralari oraya yapilan set ve dikilen agaçlar sebebiyle sel gelmesi önlenmisti
Köyün içindeki çesmeler haricinde bildigim kadari ile dag ve ova mevkilerindeki Pinarkolu, Döseme, Çayirkusu, Tuzakli ve Akpinar’da da çesmeler vardi. Oralara çalismaya giden insanlarimiz ve hayvanlarimiz, bu çesmelerden içip susuzluklarini giderirlerdi ki, buralari; bilhassa kurt, kus, Vb. yabani hayvanlarin da, en kolay erisebildikleri su kaynaklari, bu çesmelerdi.
Köye yakin oldugundan ve hayvanlarimizi da otlattigimiz Dösemedeki yukari ve asagi çesmelerin sulari, yagisi bol olan yillarda künklerine sigmaz, yanlardan bile akardi ki, Döseme adindaki bagimiz da, oralardaki komsu bag sahipleri ile birlikte sira ile o çesmenin suyu ile sulanirdi.
Kuyularimiz:
Çok genis araziye sahip olan köyümüzde bilhassa o meshur Kas denilen mevkiden Ova’ya varincaya kadar olan düz arazi parçasi içinde; Tekke, Kinik, Kulaca, Demirci gibi aklima geliveren mevkilerdeki kabristanlardan da bildigimiz gibi, atalarimiz buralarda yüzyillarca hayvancilik ve çiftçilik yaparak yasamlarini sürdürdükten sonra, üst üste gelen kurakliktan, basta Ibrala ve Karaman olarak, çesitli yerlere göç etmislerdir ki, onlardan kalan kuyulari yogun bir sekilde hala kullaniriz.
Ova’ya gidip dönerken, bilhassa yaz günlerde gerek yukari kuyudan ve gerekse asagi kuyudan, çogu kez yatarak veya avuç avuç içtigimde, sanki abu hayat pinarindan içmis gibi içim ferahlar, çatlayan dudaklarima sifalar verir, susuzlugumu giderirdim.
Köyümüzün en susuz mevkisinin Ovacik oldugunu bilirim. Orasi için serçe içecek suyu yok denirdi. Allaha sonsuz sükürler olsun ki; daha evvel “Ovaciktaki Derin Kuyu” basligi altindaki bir yazimda da belirttigim gibi; Karaman Ziraat Bankasi görevim sirasinda,
Zirai Kredilerin bir yetkilisi oldugum günlerde, elime geçen ilk firsatta arkadasim Vahit Özirmak’a ait arazide, kendisinin bile gönülsüz ve tereddüt etmesine ragmen, bütün mesuliyeti üzerime alarak, bir derin kuyu açtirmistim ki orasi da tertemiz ve bol suya kavusustu. Ova tarafinda oldugu gibi, dag yöresinde de, atalarimizdan kalan kuyularimiz yüzlerce ve bekli de binlerce yildir kullanilmaktadirlar.
Pinarlarimiz.
O yillarda tarlalarin islenmesinin öküzlerin çektigi sabanlarla yapildigini, daha evvelki yazilarimda belirttim. Baharda yapilan nadastan sonra, ekin zamanina kadar olan zaman diliminde, isi biten öküzlerin güdülmesi isi vardi ki, bu isi Körseyvat, Tuzakli, Nalima’nin güneyindeki sirtlar ve en çok da, Güzin Pinarinin bulundugu genis çayirda, akran arkadaslar, kendi hayvanlarini güderken, ben de bir baskasina ait öküzleri güderdim.
Uzun süren kis aylarindan sonra, buralar yemyesil olur, oradaki bos arazide hayvanlarimiz otlarken, bizler de, o yillarda oynanan oyunlari oynar, arkadaslar arasinda güres tutar, kovalaklardan külahlar yapar, hosça vakit geçirirdik. Ögleye dogru, Pinarin basinda toplanir, çikinlarimizdaki aziklarimizi çikarip yerken, buz gibi suyunu içerdik. Köyün birkaç mevkiinde de pinarlari hatirlarim ama, aklimda kaldigi kadar, suyu en bol ve soguk pinarlardan biri bu Güzin Pinari’ydi. Bilhassa yagisi bol olan yillarda, bahar aylarinda birçok pinarlar meydana çikar ve sulari içilirdi.
Deremiz.
Ibrala’ya Allahin en büyük nimetlerinden biri, hemen yanindan geçen deresiydi. Keske insan olarak bizler aklimizi kullanarak, tabiat ana’nin insanliga verdigi bu ve buna benzer armaganlarini hor kullanip küstürmeseydik.
.Baharda cosan, kabina sigmayip, etrafindaki bahçeleri basan, tarihi köprülere bile sigamayarak, bazilarinin kenarlarindan da tasan, ve aylarca aktiktan sonra, yavas yavas sakinlesen göbetlerinde yüzmesini ögrendigimiz, bol ve tertemiz suyunda çesitli baliklarin kaynastigi, degirmenlerimizi döndürüp, bahçe ve tarlalarimizi sulayan ve o yillar hiç çekinmeden avuç avuç suyunu içtigimiz, simdilerde ise, çok az ve kirli oldugundan içinde canlilarin bile yasamadigi deremiz.
Ta bent basindan itibaren birsi bu yakadaki Ibili, Yukari ve asagi dere mevkilerindeki bahçeleri sulayip iki adet degirmeni de döndürdükten sonra dereye, digeri de karsi yaka denilen o yillarda daha çok ekilen, misir, (Ayfiyin) Afyon-Hashas, bugday ve arpa tarlalarini suladiktan sonra, o da dereye ulasan Karsiyaka arklari.
Köyde biri YUKARIDERE de Kocaagalar’a, ikisi de ASAGIDERE ve KARSIYAKA degirmeni olarak, Haci Alilere ait, üç adet degirmen vardi..
Bu üç degirmen de, bilhassa güz aylarinda, köyün, civar köylerin ve hatta ta Karapinar köylerinden gelen müsterilerin, un ve bulgurlarinin ögütülmesi için, gece gündüz dönen ve ögünen un ve bulgurlarin, burnunuza kadar gelen, türül türül kokularini duyardiniz...
Çocuklugumdaki yillarinda; bu degirmenlerin oluklari, fiçilarda da oldugu gibi, bazi yerleri demir çemberlerle sikistirilmis, saglam agaçlardan yapilmis iken, sonralari çelik saçlara çevrilmis ve su kayiplari da önlenmisti.
Bu degirmenlerin bir de dislenmeleri sirasinda, köyden kahveden gençler çagrilir, bunlarin kol gücü ile degirmenin tasi yerinden kaldirilarak ters çevrilir, özel çekici ile dis açildiktan sonra, yine bu insanlarin gücü ile yerine konurdu ki, bu is hem çok zor ve tehlikeliydi. Sonralari köyümüzde kafasi çok iyi çalisan, becerikli teknik adam rahmetli Yörük Bekir’i nin yaptigi bir düzenekle, ayni tas, bir adam tarafindan, hem kaldirilip, hem de yerine tekrar konulmasi saglanmis oldu.
Bir de arklarimizin geçtigi güzergâhtaki hendekler üzerinde, eskiden ahsaptan yapilmis, adina da GERIZ denilen, su geçitleri de, yine degirmen oluklari gibi, sonradan
saçtan yapilarak, su kayiplari böylece önlenmisti. Yine bir ani olarak Ilkokuldayken okulun karsisindaki asagi degirmen’e giden arkin, o yillardaki ahsaptan yapilmis gerizinden, kisin sizan sularinin, donup havuç gibi sarkan buzlarini, ögretmen görmeden yedigimiz de hatiralarim arasindadir
Köprülerimiz:
Ibrala çok eski çaglardan beri bir yerlesim yeri olduguna ve hemen yanindan geçen derenin de, ta o günlerden beri, orada var olduguna göre; köyde yasayan hem insanlar ve hem de hayvanlarin, hemen karsi yakaya geçme ihtiyaçlari oldugundan, köprüler muhakkak ki, ta o günlerden baslayarak, her zaman vardi.
Çocuklugumdan bildigim kadari ile köyün içinde; biri yukarida, karsi yakaya geçiste ve digeri de asagida, köyün hemen içinde, Döseme Köprüsü olup, daha asagilarda, Nalima Köprüsü, Ak Köprü, Denircik Köprüsü ve bir de Ova’ya yakin yerdeki, tastan yapilmis tarihi köprüleri biliyorum. Bu köprülere benzer bir köprünün, Kayaöünü’ne geçiste de oldugu söylenirse de, ben o köprüyü hiç görmedim. Bunlara ilave olarak Ibili ve Karsidegirmen’e geçiste de köprüler vardi ama, bu köprüler, saglam olmadiklarindan, bahar selleri ile yikilir, yenisi yapilirdi.
Bilhassa bahar aylarinda büyüklerimizin; “Dereye sel gelmis, üzerinde uçan kusu bile kapar, sakin dereye yaklasmayin” tembihlerine ragmen, merakimdan hemen yakinimizdaki tarihi Dere Köprüsüne gelir, tam orta yerinde tas korkuluklara sikica yapisir, asagida, köprünün iki gözünden, muhtesem bir sekilde, boz bulanik akan sel sularina dikkatlice baktigimda, gözüm dalar, sularin üzerinde, köprü ile birlikte uçar gibi olurdum.
Köprünün tam ortasinda sulari iki göze taksim eden granit taslardan yapilmis üçgen seklindeki mahmuz, sulari ikiye bölerek, iki gözden akmayi saglar, derenin iki yakasindaki salkim sögütlerden sarkan, incecik dallar, sel sularinin üzerinde yüzerken, tam karsida, karsi degirmenin sularini ayiran Haci Alilerin Bendinden, bir selale gibi asagi akan, sel sularinin sesini duyardim.
Derenin üzerinde, bir gerdanlik kadar zarif, güzel, saglam, granit taslardan yapilmis bu ata yadigârinin kimlerden kaldigini maalesef bilmem. Yukarida da yazdigim gibi, bu köprülerin yerinde, çok eski yillarda da, muhakkak köprüler vardi ama, bize kadar sapasaglam ve zarif bu köprünün kimin eseri oldugunu, keske dogru olarak bilip, buraya yazabilseydim.
Ancak Anadolu’nun muhtelif yerlerinde gördügüm buna benzer ayni tarz ve güzelligi tasiyan köprüler vardir ki, umumiyetle tas ustaliginda söhrete ulasmis, Selçuklulara ait oldugu gibi, benim de üzerinden çokça geçtigim, bugünlerde ise baraj sulari altinda kalan Ermenek’teki Görmel Köprüsü’nün, bir Karamanoglu eseri oldugunu, üzerindeki plaketinden okumustum.
Bu civarda da çoktandir hâkimiyet, Selçuklular veya Karaman ogullari ve sonunda da Osmanlilarda olduguna göre, adi geçen köprülerin de, bunlara ait eserler oldugu kanaatim vardir. Çünkü çocuklugumda gördügüm kadariyla, bu köprülerin hemen hemen tamami, yeni gibi sapasaglamdi.
Ancak son yillarda köyün güneyinde bulunan Mermer Madeni’nin tasinmasi sirasinda 40–50 tonluk tir kamyonlarini tasiyamayacagi gerekçesi ile, o son yillardaki kötü aliskanligimiz, maddiyat daha tatli gelmis, buna bilgiçsizlik, ruhsuzluk, yakin geçmisimizi yagmalama, önemsizlestirme aliskanligimiz da eklenerek, asirlarca görevini sürdüren bu tarihi köprü, acimasizca yikilarak, yerine betondan, eski köprüye tamamen zit, bir büyügümüzün tarifi ile; tam bir ucube, basit, adi ve çok çirkin bir köprü yapilmistir ki, bence burada dönüsü olmayan tarihi bir cinayet de islenmistir.
Bu duruma köyümüz veya Karamandaki tarihi yapilari koruyup/kollayan ve tamirlerini yapan idareciler degil, hatirli mermer isletmesinin daha yukarilardan yaptirdigi, baski ile yapildigi anlasiliyor. Gönül isterdi ki, duyarli insanlar, burada devreye girip, oradan
dünyalar kadar para kazanan mermer firmasi zorlanarak, o eski tarihi köprüye dokundurulmadan, hemen yanina simdiki köprü yapilabilseydi. Aynen Akköprü de oldugu gibi. 
YORUM EKLE

banner284