ÇOCUKLUGUMDAKI IBRALA (Yesildere) 2

Biz oyuncaklarimizi kendimiz yapardik. Emmimin oglu Ismail ile ilk yaptigimiz oyuncaklar; o yillar viran ve metruk bir durumda olan, Romalilar devrinden kalan hamamin kalintilarina, sel sularinin sürükleyip getirdigi ve zamanla çökerttigi çamurlardan getirir, o büyük avlumuzdaki kocaman ahir daminda; at, araba, (Gongu raf) Gramofon ve o günlerde hiç görmedigimiz (tomafil) otomobil gibi sekillere dönüstürür, bunlarla oynardik.
Yasimiz ilerledikçe, bu oyuncaklarin çesitleri ve malzemeleri de degismisti. Misal bir cevizin bas ve alt kismini, bir de yandan kizgin telle deler, içini bosaltir, T seklindeki çöpe, bir de iplik takip, yandaki delikten çikarir, ipi çeke çeke döndürürdük ki, buna ‘firildak’ derdik. Mese ve buna benzer sert agaçlardan, yine kendi ellerimizle (katir) “topaç” yapar, bunu çesitli renklere boyar, düz bir yerde atar ve kirbaçla dakikalarca çevirir ve hatta diger arkadaslarla yaristirirdik.
Cetvel kalinliginda, 10–15 santim uzunlugundaki ince bir tahta parçasinin yukari basindan bir delik deler, bu delikten geçirdigimiz ipin ucundan tutup basimizin üstünde hizli hizli çevirdigimizde “viiin”, “viiin” diye ses çikarttirirdik.
(Devri kamber) Ayçiçegi’nin hasadindan sonra kalan saplarindan, tüfek, tabanca yaptigimiz gibi, köyde bir hayli de çok olan Karaagaç’in müsait bir dalindan yay, tenekeden egip bir kamisin ucuna geçirdigimiz oku ile, issiz yerlerdeki kapilara, kömür parçasi ile çizdigimiz dairelere, atis talimleri yaptigimizi hatirlarim.
Baharda agaçlara su yürüdügünde; sögüt dallarindan dilli düdük, fikha, daha incelerinden uzunca boru yapar öttürürdük. Elmanin veya buna benzer armut ve ayva’nin iki tarafini keser, yuvarlak hale getirir, kenarlarina çöpleri soktuktan sonra, ortasindan uygun bir çöpü de geçirir, ona göre yine sögüt dalindan yaptigimiz bir oluktan akittigiz suyla dönüsünü seyrederdik ki, buna da “çark” denirdi.
Köydeki Nahiye müdürü, nüfus memuru, Jandarma komutani veya ögretmen çocuklarinin oynadigi küçük dolma toplarimiz yoktu ama, biz de sigir, beygir ve kil keçilerin tüylerini islatarak elimizde uzun uzun sikistirir, küçük te olsa, top sekline getirir, bunu oynardik. Ben bilinen futbol veya voleybol toplarini ilk defa ziraat okuluna gittigimde görmüstüm.
Yine memur çocuklarinin elindeki (Mizika) agiz armonisi, bizim ulasamadigimiz ama imrenerek seyrettigimiz oyuncaklardandi.
Birazcik daha büyüdügümde; anamin dikis ignelerinden birini ateste isitarak olta haline getirip onunla, sonralari da Bakkal Köroglu Dayinin dükkânindan, bir yumurta karsiliginda, bizim Karaman oltasi da dedigimiz, çengelli olta ile balik tuttugum, okulda yapmasini ögrendigim uçurtmayi çok kere en müsait yer olan Döseme’de uçurdugum çok olmustur..
Bazi arkadaslar bir çatala bagli lastik sapanla, o yillar Korundibi’nden (Kizillar) Taskale çikisina kadar ana cadde üzerinde karsilikli dikilmis Akasya agaçlarinda bulunan serçeleri avlarlardi ki, bunlari gördügümde o zavalli serçelere çok acirdim dogrusu.
Deremiz o yillarda bahar sellerinden sonra uslanir, durulur ve piril piril olurdu. Iste bundan sonra daha önce yüzmeye elverisli olan bizlerin “Göbet” dedigimiz yerlerde veya sel sularinin yeniden olusturdugu göbetlerde, akran arkadaslarla yüzme yarislari yapardik ki, eger o yillarda yasayip ta yüzmesini ögrenememis olan bir erkek çocuk varsa çok sasarim dogrusu. Sahsen kendim yüzmesini ögrendigim deremiz sayesinde, ileriki hayatimda Firat ve Göksu nehirleri ile çesitli yerlerdeki denizlerde hiç çekinmeden yüzmüsümdür.
Bugünlerde teknolojinin getirdigi oyuncaklar birer harika. Yani simdiki çocuklar bu konuda bizden çok sanslilar gibi. Ama acaba öyle mi? Sanmiyorum. Bence içinde kendine ait bir katki, alin
teri ve göz nuru yoksa, karsiliginda ne kadar para versen de, o tam olarak sana ait degildir. Kirildiginda bir köseye kaldirip atarsin. Oysa yukarida saydigim oyuncaklarin tamami bizim yerli malimiz, hayal gücümüzün mahsulüydü. Onlari kaybettigimizde veya kirildiginda, biz onlarin yenisini yapardik.
Zaten teknik yönden ileri uluslar bizim gibi geri kalmis olanlari hep bu gibi usulden yola çikarak aldatmiyorlar mi?
Cumhuriyetin ilk yillarindan itibaren o uluslara muhtaç olmamak için yaptigimiz her teknik ve yeni tesebbüsümüz, yine onlarin devreye girmesi ile engellenmistir ki, buna en güzel ve önemli örnek olarak ta; Kayseri’deki uçak fabrikasinin, o günkü nüfusa göre yüzde doksanlara varan okuma ve yazmasi olmayan bir ulusa, yasadigi köyünde hem okuma yazmayi ve hem de bütün ugrasi olan yasamini, birkaç yil içinde yüksek seviyelere çikaran Köy Enstitüleri’nin, kapatilma olaylaridir.
Bilindigi gibi bu ve buna benzer her yeni atilimlarimiz ya disaridan veya içerden isine gelmeyenler tarafindan hep engellenmistir.
Ilkokuldan mezun olurken mümeyyiz olarak yakin köylerden gelen ögretmenlerin önünde terleyerek, hem de bir hafta süren imtihanlar neticesinde mezun olmustuk. Su anda yazboz tahtasina dönen ilkögretimde olanlari görünce, o çocuklar için üzülmeyen yüreklerin, tas olmasi gerekir..
Gelismis ülkeler: çocuklarini müspet ilimlerle, algilamayi, yani okuma, anlama, kavrama, sorgumla ve akil yürütme usulü ile yetistirip dev adimlarla ilerlerken, bizler hala ortaçag kurallari ile ugrasiyor, çocuklarimizi da öyle yetistirmeye çalisiyoruz ki, yarin bu çocuklarimizin bizleri hayirla anacaklarini hiç beklemeyelim. Örnek istiyorsak iste orta dogu ülkeleri
Lütfen siyaset yapiyor demeyin. Çocuklarimiza yeteri kadar dini kurallara dair bilgilerini de verelim ama onlari, diger uluslara muhtaç olmayan, baslarini dik tutacak, müspet ilimle yetismis bireyler olarak yetistirelim diyorum.
Oyunlarimiz:
O yillarin Ibrala’sinda; halk, ilkbahardan baslayip, yaz boyu ve harmandan sonraya kadar durmadan çalisarak, hem kendisinin ve hem de hayvanlarinin yiyecek ihtiyaçlarini içeriye attiktan sonra ancak birazcik nefes alirdi. Dügün ve evlenmeler bu günlerde yapilirken, o yillardaki uzun ve etkili kis günlerinde; hayvanlarinin bakimindan artan zamanda da, ihtiyarlar mahallede bulunan odalarda, gençler de kahvede veya arkadaslari ile bir evde toplanir, evde oynanabilinen oyunlari oynar veya sohbet ederlerdi.
Gerçi biz çocuklar; yilin her mevsiminde kendimize göre bir oyun bulurduk. Bilhassa Ilkokulda iken, okulun önündeki cam önü veya cami önündeki, ta degirmen arkina kadar bos alanda; Billi (Çelik-Çomak), Birdirbir, Hölle, düz yerlerde yassi taslarla; Nanaç, ahir, agil ve avlularda; Kör Ebe, Saklambaç, topragi yumusak olan tarla ve bahçelerde; Gömmeli Billi, damlarda; asik, oyunlari oynadigimizi hatirlarim. Kisin ise buzda kayma, kardan adam yapma, kartopu ile bir birimizle yaptigimiz savas oyunlari, hatirladiklarimdan ancak birkaçidir...
Bilhassa kiz çocuklarinin; düz bir yere kömür veya tebesirle çizdikleri odaciklarda, küçük bir düz tas veya çanak parçasini, tek ayaküstünde seke seke “Kipi kipi nos” diye oynadiklari oyunlarini, bilhassa resmi bayramlarda emsal arkadaslari ile kosarken kasik içinde yumurta, igneye iplik geçirme yarislarini unutmadim
Yine çuval içinde kosma ve halat çekme, bir tastaki yogurt içine konulmus parayi agizla arama, gözleri bezle kapali iki kisinin, ellerindeki kasiklarla, bir birlerine yogurt yedirme yarislarini, bes tas ve dama oyunlarini hatirlarim.
Kahvelerde; bildigimiz kâgit, domino ve diger oyunlar oynanirken, dügünlerde; kadin ve kizlar kendi aralarinda, gençler de yine dügün sahibinin müsait odasinda veya kendi aralarinda yaptiklari sira gecelerinde toplanir, Tura, El-el Üstünde Kimin Eli Var, Birdirbir gibi oyunlari oynardik. Bir de; demirden veya ahsaptan yapilmis yuvarlak, buna göre de egilmis sert bir telle yollarda çevirdigimiz çemberler vardi.
Bizden büyükler bos bir arsa veya buna benzer müsait yerde, saglam bir diregi yere diker, ucunu biraz sivriltir, daha uzun baska bir agaci da tam ortasindan, dikili olan agacin sivri ucuna girecek kadar oyarak yerlestirir, iki tarafina binen kisiler de ayaklarinin topragi tepmesi ile biri yukari çikarken digerinin ayagi topraga gelirdi ki buna da “Gicirdak” oyunu denirdi.
Kis günlerinde; her tarafin karla kapli olmasindan dolayi, bazi oyunlarimizi kaya blokunun öne egik olmasindan, kar ve yagmur degmedigi için, her zaman kuru olan Korundibi’nde ve oradaki inlerde oynardik.
Ayni zamanda; bilhassa bahar aylarinin gündüzünde, benim gibi sirtinda ve ayaginda dogru dürüst bir giyecegi olmayanlar, çoraplarinda islanmasi ile çok üsüdügümüzden buraya yani Korundibine gelir, münasip bir yere oturur, günesin kayalara vurmasindan akseden sicakligi ile, tatli bir rehavet içinde, saatlerce kalirdik.
Bir de evimize yakin olan kalenin güneye bakan yeri de; kisin bizlerin en iyi ve emin oyun yerlerimizdendi.
O yillarda adina “Saya Oyunu” denilen oyun ise; birkaç kisinin bir araya gelip, içlerinden birinin ön ve arkasina koyun ve keçi (Postu) derisi baglanir, basina yine deriden bir külah geçirilir, ayaklarina, kollarina da ziller takildiktan sonra, evlerden verilen bulgur, yag gibi yiyecekler, odalardan ise, para gibi bahsisler toplanirdi.
Yalniz evlere girilirken evde küçük çocuklarin korkmamasi için ev sahibi uyarilir, saya denilen kisinin kol ve bacaklarindaki çesitli zillerin çangir çungur sesleri ile, o yillardaki evlerin ara yeri denilen yere yatmasindan sonra, diger arkadasi yüksek sesle söyle seslenirdi; “Saya saya, sallim baya. Dört ayagi nallim baya. Saya geldi duydunuz mu? Selam verdim aldiniz mi? Bay bayadan bayadan, Yilan akar kayadan, Düü, dedim meledi, Önüne koydum yaladi. Gügül gügül gügüldesin, Gügüldeki doldurasin. Ver ver diyen ablamin yigit bir oglu olsun. Verme verme diyen ablamin kel basli bir kizi olsun” diyerek sözlerini bitirirdi.
Ev sahibi hanim da elinden ne gelirse bulgur, yag gibi yiyecekleri, beraberlerinde tasidiklari (Gügüldek) bir çesit torba veya kaplara bosaltirdi. Odalara giden sayalar ise, oradakilerin verdigi para bahsisini alirdi. Ancak bilhassa odalara giden Saya’nin üzerine, o havada buz gibi sularin boca edilmesi ve çuvaldiz gibi ignelerin batirilmasi gibi agir sakalarin da yapildigi olurdu.
Bu oyunun asli; eski yillarda koyun çobanlarinin koyun sahiplerinden alacagi esas ücretten baska bahsis seklinde ikinci bir gelir elde etmek için yapildigi söylenir. 
YORUM EKLE

banner284