DEREMIZ VE ÜZERINDEKI GERDANLIKLAR-Köprülerimiz

Bu cümleden olarak bilhassa geri kalmis memleketlerin kaderi olan ve son yillarda yurdumuzda da sik rastlanan, tabiat ananin bizlere birer armagani eski yillardaki tertemiz olan denizlerimizin ve oradaki tabii plajlarimizin, paha biçilmez koylarinin birer birer elden çikarilarak yerlerine beton blok otellerin yapilmasi, yagmurlari davet eden ormanlarimizin bilerek veya kaza sonucu yanip yok olmalari, fabrikalarin artiklari ile kirlenen akarsularda canlilarin etkilenip azalmalari ve nihayet bu olaylarin neticesinde olusan tabii afetler ve kuraklik.
Bütün bunlara ilave olarak köylerin bosaltilarak sehirlere göç, oralarda yapilan plansiz programsiz çarpik beton yapilar, egzoz ve fabrika gazlari neticesi cigerlerimize çektigimiz tertemiz havaya bile hasret kaldigimiz eski günler.
Iste bugün kisaca bunlar aklimdan geçerken yillar öncesini, çocukluk yillarimi düsündüm.. O yillarda büyüklerim; köyümüzde tabii ki kitlik yillari da oldugunu, ama çogunlukla kurakliktan ve tabii afetlerden degil, daha çok o uzun ve ard arda savaslardan bir türlü köye dönülememesi ve arazilerin yeterince ekilememesi neticesi, köyün insanlari ve on binlerin üzerindeki çesitli hayvanlarin kisin temel ihtiyaci olan saman gibi yiyeceklerinin yetersiz kalmasindan oldugunu söylerlerdi.
Esas mevzuumuz deremiz ve üzerindeki köprülerine gelince:
Bildigim kadar köyün hemen yaninda Yukari veya Karsiyaka Köprüsü, köyün hemen altinda Asagi veya Döseme Köprüsü, Nalima Köprüsü, Ak Köprü, Denircik Köprüsü ve Kayaönü’nü geçtikten sonra, Ovaya yakin bir yerde olmak üzere alti adet kesme tastan yapilmis tarihi köprünün oldugunu hatirlarim. Köyün yukarilarinda Ibili’de, Yukari Degirmen’in karsisinda, Karsi Degirmen’e geçiste de köprüler olmakla birlikte, bunlar yukarida geçen alti adet tarihi köprüler disinda yapilan igreti köprüler olup, çogu bahar’da gelen sellerle yikildigindan, tekrar yapilirlardi. Kayaönü’nde de köprüler oldugu söylenir ama ben hatirlayamiyorum.
Cografi yapisi itibariyle çok eski tarihlerden beri bir yerlesim yeri olan ve içinde kalabalik bir toplulugu barindiran (Ibrala) Yesillere’de; insanlar henüz tabiat anayi kirletmedikleri ve daglari da ormanlarla kapli oldugundan aldigi bol yagmur ve eriyen kar sulari ile hemen yanindaki derede çogalan ve bilhassa baharda gelip aylarca süren seller sebebiyle, hemen karsiya geçmek için muhakkak ki köprü yapmak ihtiyacini duymuslardi.
Daha öncekileri bilemeyiz ama, bize kadar gelen köy içindeki iki köprünün tarihlerinin çok eski oldugu, Romalilar zamanindan yapilan ve 1645 yilinda Kiliseden camiye çevrilen Asagi Cami ve hemen yanindaki tarihi hamamin yapildigi tarihlerde yapildigi sanilir ve söylenir..
Diger uzak köprülerin misal olarak Akköprü’nün ise tas isçiliginde de çok ileri olan Selçuklu Türklerinin yapisi oldugu söylentisi daha dogrudur. Ne yazik ki bu köprüler üzerinde ne zaman ve kimler tarafindan yapildiklarini gösteren bir yazi ve isaret yok. Varsa da bizlere kadar ulasamadan bozulup yok olmuslardir.
Su anda asirlara sahitlik yapan bu köprülerde zaman içinde asinan bazi taslarinin yerine yenileri konularak saglamlastirilmistir ki bunu da yeni konulan taslarin renginden anliyoruz. Türkiye’nin bazi yerlerinde emsallerini de gördügüme göre orijinalliklerini aynen koruyan yalniz Yukari Köprü ile Ak Köprü kalmis, bazilari tamamen yikilip yok olmus ve bazilari da gördügü tamiratlarla o eski orijinalligini kaybetmistir.
Çocuklugumda yakin oldugu için, en çok ziyaret ettigimden biliyorum ki bu köprülerin en güzeli ve ikinci bir gözü de olan Köyün hemen altindaki “Asagi veya Döseme Köprüsü” de denilen köprüydü.
Hemen köyün yani basinda, tas ustalarinin granit taslardan kesip, gerekli sekle getirdikten sonra, dere üzerine bir inci gerdanlik gibi yerlestirip uzattiklari, iki gözlü, zarif ve saglam, yapildigi tarihten bugünlere kadar derenin her baharda gelen o coskun sel sularina direnmis, üzerinden gelip geçtiklerinden atalarimizin da göz izlerin bulundugu, nice olaylara sahit olmus, yasi bilinmeyen tarihi köprü.
Dikkatlice bakildiginda, diger köprülerde de oldugu gibi, iki gözünde de bazi taslarin renginden zamanla asinan taslarinin yerine yenilerinin konuldugu görünürdü..
Her yil oldugu gibi, hiç aksatmadan, yine yogun bir kisi geride birakirken, bahar aylarinda çikan (ölü yeli) lodos’un etkisi ile, önce damlardan kürenen yollardaki, sonra da karsi ve derenin kaynagina yakin daha yüksek daglardaki karlar erimeye basladigindan, deremiz kendisine uzanan koyaklardan da beslenerek, mecrasina sigmaz, yakinlarindaki tarla ve bahçeleri de kaplayarak, büyük bir cosku ve boz bulanik bir sekilde aylarca akardi.
Deremizin bu duruma geldiginde büyüklerimiz “Dere o kadar cosmus ki, üzerindeki uçan kusu bile kapar” diyerek biz çocuklara “Sakin dereye yaklasmayin” tembihinde bulunurlardi.
O yillarda da çok merakli biri oldugumdan bu tarihi köprüye varir, suyun geldigi dogu taraftaki tas korkuluklara sikica yapisarak asagiya baktigimda; köprünün iki gözü ortasina yapilmis, üçgen seklindeki mahmuzla ikiye ayrilan, boz bulanik sel sulari, köprünün iki gözünden büyük bir cosku ile akarken, gözümün sularin hareketinden etkilenerek dalmasiyla, sanki o sularin üstünde köprü ile birlikte uçar gibi olurdum..
Bu arada, karsimda Karsiyaka Degirmeni arki için yapilmis bentten asagi akan sel sularinin sesi, kuvvetlice esen lodosun etkisiyle oralardaki bilhassa kavak agaçlarinin dal ve yapraklarinin arasindan geçerken çikardigi müthis seslere karisir, derenin kenarindaki yenice yeseren salkim sögütlerinin uzattigi incecik uzun dallari, o coskun sularin üzerinde, inip kalkardi.
1957 yilinda gelen büyük sel, Asagi Cami de dâhil, köyde bir hayli zarara yol açarken, bu Asagi Köprü’de etkilenmisse de, yine de gerekli tamirati yapilmis ve o yillardaki kapasitesine göre görevini sürdürüyordu.
Ancak son yillarda köyün güneyinde bulunan Mermer Ocagindan çikarilan madeninin tasinmasi sirasinda, 40–50 tonluk tir kamyonlarini tasiyamayacagi gerekçesi ile, o son yillardaki kötü aliskanligimiz maddiyat daha tatli gelmis, buna bilgisizlik, ruhsuzluk, yakin geçmisimizi yagmalama, önemsizlestirme aliskanligimiz da eklenerek, asirlarca görevini sürdüren bu tarihi köprü, acimasizca yikilarak yerine betondan, eski köprüye tamamen zit, basit ve adi bir köprü yapilmistir ki, bence burada dönüsü olmayan tarihi bir cinayet de islenmistir.
Gönül isterdi ki, zamanin idarecileri daha duyarli davranip, oradan dünyalar kadar para kazanan mermer firmasini zorlayarak, o eski tarihi köprüye dokundurulmadan hemen yanina (Akköprü’de oldugu gibi) ikincisi yaptirilsaydi ve yeni nesil o tarihi köprüyü görebilseydi çok mu olurdu?
1960–1970 yillarinda bile, köyümüzün deresi eski yillardaki kadar olmasa dahi, yine de baharda aylarca cosar, sonra yine normal yataginda piril piril sulari ile akmasina devam ederdi. Zaten Ibrala Baraji’na da, daha önceki yillardan baslayarak, yillarca süren bu sularin ölçümü sonunda karar verilip yapilmistir. O eski sular bugünde olsaydi eger, ben eminim ki baraj sulari Akköprü’ye dayanir, kapaklari da defalarca açilirdi.
Deremiz hakkinda büyüklerimden dinlediklerimden baska aklimin erdigi ve bilhassa ilkokula basladigim 1940 yillardan, köyden ayrildigim 1956 yillarini hatirladigimda gördüklerim söyleydi;
Bentbasi denilen yerden ayrilan arklar, karsi yakadaki bahçe ve tarlalari, bu yakada ise bahçeleri suladiktan, degirmenleri de döndürdükten sonra, yine dereye ulasir, köyün sinirlarindan çikincaya kadar, muhtelif yerlerde yapilan setlerle ayrilan arklardan yine tarla ve bahçelerimiz sulanarak ovaya ulasirdi.
Dere; sayesinde sulanan arazilerde ekili tahil cinsi ile bahçelerdeki meyve ve sebze verimi kat kat çogaldigindan, köyün iktisadi hayatina da çok büyük katkida bulunurdu. Bunlara ilaveten, bir zamanlarin sanayide kullandigi kavak agaçlarinin en güzeli, yine bu kasabada yetisirdi ki, o yillar köyde hatiri sayilir paralar kazananlar olmustur. Kasabanin Yesildere adinin da bu dereden aldigi bilinen bir gerçektir.
Makine gücünün olmadigi o yillarda, köyümüze Allahin en büyük lütuflarindan biri olan deremiz sayesinde, onun sulari ile dönen degirmenlerimizde temel ihtiyacimiz, un ve bulgurlarimizi kolaylikla ögüterek evimize tasirdik. Çocuklugumda yakin köylerden ve sonraki hayatimda, ta Karapinar köylerinden bile bu degirmenlere un ögütmek için gelenleri duyacaktim.
O yillarin bol sularinda, canlilari etkileyen ilaç ve diger kirletici maddeler de olmadigindan, köyde çesmeye uzak olan yerlerdeki ailelerin yanlarindan geçen irmak sularini, çekinmeden hem içtiklerini ve hem de kullandiklarini bilirim. Ayni zamanda köyden bahçe ve tarlalarina gidenlerin tamami gibi, biz de bahçemizde göçülü oldugumuz yillarda, bu sulari kullanir ve içerdik.
Deremizde birkaç çesit baligin yasadigini bildigim gibi, yillar önce bir gazetede okuduguma göre; Türkiye’de iki yerde yasayan bir Kayabaligi cinsinin birisinin bizim derede oldugu yazilmisti. Köydeki delikanlilarin tamamina yakini da, yüzmesini bu derede ögrenmislerdi. Ki ben de köyün en iyi yüzücülerinden biriydim. Sonraki hayatimi yasadigim yerlerdeki daha büyük irmak, nehir ve hatta denizde, o derede ögrendigim yüzme ile çekinmeden girip yüzmüs ve hatta birkaç insani da o sularda bogulmaktan kurtarmisimdir.
O yillarda yazin bile sularinin hem degirmen ve hem de karsi yaka arklarina alindigi halde çocuk ve kadinlarin derenin sig yerinden geçerken dahi, hala bolca akan sularindan çekindigi, içinde baliklarin kaynastigi, kurbagalarin ask sarkilarini söyledigi, faydalarini anlata anlata bitiremedigimiz deremizin, o günlerini bilenler, bugün gördüklerinde gözlerine inanamiyorlar. Baharda bile suyu çok az. Kalan suyu da, pis ve kirli oldugundan, içinde canli yasamiyor. Tek kelime ile yürekler acisi.
Hovardaca harcadigimiz tabiat ana bize artik sirtini çevirdi. Eski günleri geri getirmek mümkün olur mu? diye aklimdan geçiriyorum ama, bu kafa ile asla olmayacagini da biliyorum.. Çünkü o eski tertemiz, ulvi duygularimizin yerini, bilgisizlik, nemelazimcilik ve hatta nankörlük almis, maddiyat her seyin üzerine geçmis, hem içerden ve hem de disaridan söylenen ninnilerle uyumaya devam ediyoruz. 
YORUM EKLE

banner284