DEV SITELER ARASINDAKI GECEKONDU

O yillarda gördügümüz gecekondularin yerinde simdi kocaman kocaman çok katli betonarme binalar ve hatta siteler var. Su anda, o sitelerin birinde, bir yakinima ait dairenin güneybatiya bakan genis penceresinden baktigimda yüzelli, ikiyüz metre kadar ilerde ve asagilarda, genis çift yönlü, Konya yolundan gelip giden arabalari, dogu penceresinden de bulundugumuz siteden sonra, daha yukariya dogru uzanan sirtlarda yüksek binalari ve o binalar arasindan da Dikmen Caddesini, oradan gelip geçen çesitli motorlu vasitalari görüyorum.
Dogu penceresinden sag tarafa baktigimda ise güneydogu istikametinde o kocaman sitelerin arasina sikismis kalmis, eski halini aynen koruyan, çatisi kiremitle örtülü, ayni zamanda önünde bahçesi de olan bir gecekonduyu da görüyorum. O küçük bahçede gördügüm kadari ile çam, ceviz, erik, kayisi daha baska meyve agaçlarinin olmasindan, sahibinin geldigi memleketindeki bahçe sevgisini, gecekondusuna da tasimis oldugu anlasiliyordu....
Kiraç bir Anadolu köyünden gelmis kisinin, bir büyük sehrin apartman dairesinde dogup hayatini oralarda sürdüren kimselerin düsüncelerini bilemem ve hatta onlarin bu konudaki her türlü düsüncelerine saygi da duyarim. Tabiat ananin özene bezene yarattigi, havasi ve bol tertemiz sulari ile yemyesil bahçeleri içinde dogup, oralarda yasadigi halde, o ortamin zevk ve tadini alamayan kisilere de sözüm olmaz tabi.
Su anda içinde bulundugum sitede yasamin geregi olan bütün gereçler var. Ancak pencereden baktigimda, su çok sicak mevsimde, o gecekondunun bahçesinde bulunan agaçlarin hafif rüzgârla sallanan yapraklarinin altindaki koyu gölgeyi düsündüm ve içinden kopup geldigim o eski yillardaki tertemiz havasi, suyu ve yemyesil bahçelerinde hasir nesir oldugum memleketim Ibrala (Yesildere)’nin o eski hali gözlerimin önüne serildi.
Orada Yukaridere denilen bahçelere dogru giderken, yol boyu çesitli kus sesleri ve ilkbaharda yenice açan çesitli meyve agaçlarinin çiçek kokularini, yazinda o bahçelerdeki ulu ceviz agaçlarinin günese perde olmus gölgesine, birde sol tarafimda Asagi Degirmene giden ark suyunun serinliginin aksetmesiyle, daha da serinleyen o yolda yürüdügüm günler aklima geldiler..
Ayni zamanda oradaki bahçelerimizde kendi ellerimizle yetistirdigimiz kokulu, kendine has rayiha ve aromali meyve ve sebzelerimiz yerine, bugün hangi sularla sulandigini bilmedigimiz, ilaç ve hormonlarla zorla büyütülmüs, sebze ve meyveleri düsündüm...
Kadin ve kizlarimizin köyün merasindaki kekik, yavsan ve daha nice çesitli otlarindan beslenen koyun, keçi ve yine o meralarda otladiktan sonra aksamlari evlere dönen ineklerden sagdiklari sütlerden yapilmis, mis gibi kokan, peynir ve yogurtlarimiz, komsunun o sabah erkenden “Gümbür” diye tabir ettigimiz yayiklarda yaydigi ve bir tas ayranin içinde ‘ekmeginize sürün’ diye ikram ettigi, iki kasik türültürül kokan tereyaglarini..
O yillarda yazin bile bol bol ve tertemiz sularinda arkadaslarla yüzme yarislari yaptigimiz Haci Alilerin bendini ve her bahar gelen sel sularinin etkisi ile yüzmeye elverisli hale gelmis tabii (göbet)göletleri, buralardan olta ile tuttugum baliklari hatirladim.
Döseme’deki bahçemiz yüksek bir sirtin üzerinde olup, bu bahçenin bir yerinde rahmetli anamin aile fertlerinin tamamini içine alacak büyüklükte tabanini beyaz bir toprakla cilaladigi, bir kösesinde kendi elleri ile topraktan yaptigi ocagi ve tandiri da olan büyükçe bir kayisi agacinin gölgeledigi tertemiz oturma yerini, o oturma yerindeki ocakta tikir tikir kaynamakta olan sebzesi bol yemegimizi..
Diger kösede, her Karaman’a gittiginde yeniden aldigi resimleri bol gazetesini nasirlasmis elleri ile ceketinin iç cebinden çikarip okumaya çalisan babami, köyden gelirken
Asagi Çesmenin buz gibi suyundan doldurup getirdigimiz, kipkirmizi testi ve yine ayni çesmeden doldurdugumuz ve buraya kadar zor tasidigimiz su kabaginin açik agzina çarpan hafif ve serin rüzgârin etkisiyle, çesitli derecelerde düdük gibi öten seslerini düsündüm.
Ocagin ön tarafina çektigim atese siraladigim ve pistikçe sicak sicak, “bana da, bana da” diye el uzatan kardeslerime, anama ve babama ikram ettigim o günlerin tatli ve kokulu taze misirlarini, aksam eve götürmek üzere anamin toplayip sepetlere doldurdugu, o günlerin ilaçsiz, hormonsuz domates, salatalik, biber ile, babamin asma çubuklarindan kesip tenekelere topladigi çesitli üzümleri, meyveleri ve hele bahçenin sag alt kösesindeki armut agacindan kopardigim, bal gibi tatli oldugundan, arilarinda bir tarafindan yemeye basladigi sari armutlarini hatirladim.
Gece gündüz hiç durmadan akan köyün mahalle ve sokaklarindaki çesmelerimiz. ile yayla ve diger mevkilerde bulunan çesmelerimiz, bazen avuçlarimizla bazen da yatarak agzimizi içine daldirip, kana kana içtigimiz pinarlarimiz, kova kova suyunu çekip, hem kendimizin içtigi ve hem de hayvanlarimizi suladigimiz kuyularimiz aklimdan geçtiler.
Çocuklugumdaki öküzlerle yapilan çiftçiligin çok zor oldugunu bilirim Bu günlerde makine ve motor gücü oldugu halde, oda zahmetli is diyerek yukarida saydigim ata yadigâri tarlalari ve bahçeleri terk edip sehirli olduk. Buralarda son yillarin bitmez tükenmez cazibeli isteklerine kapilarak kazandigimizin çogunu tüketiyoruz.Çogumuz yasamini borçla sürdürüyor. Yani üreticiligi tamamen terk ederek tüketiciligi benimsedik.
Yukarida saydigim bütün o güzellikler de artik yok oldular. Sehrin cazibesine kapilarak terk ettigimiz o virane bahçelerin arasinda, simdi belki de bizleri hiçte hayir duayla anmayan atalarimizin ruhlari dolasiyordur.
Genç nesli bilemem ama, kendimden de biliyorum ki, köyde o eski günleri yasamis olanlarin çogunun içinde o günlerin, bag ve bahçelerinin özlemini çektikleri muhakkaktir.. Bu gün o özlemimizi artik apartman dairelerinin bir penceresine veya balkonuna koydugumuz küçük bir saksinin içine sigdirdik. Bu, bence bizim gibiler için geçmisini ve atalarimiza olan borcumuzu inkar demektir.. Sebep olanlar utansin.
Artik bu solan bahçelerde bülbüllere yer yok.
Bir yer ki sevenler, sevilenlerden eser yok.
Bezminde kadeh kaldirdigimiz sevgililer yok.
Bir yer ki sevenler, sevilenlerden eser yok. 
YORUM EKLE

banner284