ILKOKUL ÖGRETMENIM SÜLEYMAN ASÇI

1943–1944 ögretim yilinin Mayis ayi basinda Ibrala Ilkokulunun besinci sinifindan gayri siniflar tatile girmis, o yillardaki yönetmeliklere göre biz besinci siniflara da bir haftalik imtihana hazirlanma müddeti verildikten sonra okulumuzun tüm ögretmenleri ve o yillardaki adi ile Kizillar (Taskale)’den gelen mümeyyiz ögretmenler önünde, siki ve ciddi imtihanlar sonunda Ilkokul diplomasi ile mezun oluyorduk..
Bir yangin sonucu 1953 yillarinda kaybedilen bu ilkokulun, o yillar bugünkü asagi cami denilen tarihi caminin hemen batisindaki avlusuna bitisik, yari ahsap, o yillarda köyün en güzel binalarindan biri olup, binanin hemen ön tarafinda, içinde küçük ve sirin bir çesmesi de olan bati, kuzey ve dogu taraflari ahsap çitalarla çevrili, küçük ama çok sirin bir bahçesi de vardi..
O yillardaki uzun süren bir kisin sonucu mayis ayinin o kendine has, içimizi isitan sicakliginda, duvarlarin dibindeki küçük su kanalinin kenarlarinda açmis çesitli bahar çiçeklerinin, ahsap çitalara tirmanmis sarmasiklarin ve oradaki birkaç meyve agacinin yenice açilan çiçeklerinin kokularini solurken, bu çiçekler üzerindeki konup uçan arilari ve kelebekleri seyrediyor, hemen ileride küçük muslugundan siril siril akan su sesleri içinde, sinif ögretmenimiz Süleyman Asçi’nin son ögütlerini de dinledikten sonra okuldan temelli ayriliyorduk.
Ögretmenimizin son söyledigi, bundan sonraki hayatimizda karsilasacagimiz sorumluluk ve zorluklari dinlerken, anlatilanlar o günlerde arkadaslarimdan çok beni daha fazla ilgilendirdiginden, en çokta ben üzülüyordum.. Çünkü o günlerde köyde çifti çubugu olmayan, fakir ve kalabalik ailenin en büyük ogluydum.
Köyde o yillardaki tek geçim ve ugrasim iki öküzün arkasina düserek tarla sürüp çiftçililik yapmakti. Ben de aynisini yapacaktim ama kendi öküzlerimin arkasinda degil, bir baskasinin yaninda, boynu bükük, kalbi ezik ve hürriyeti elinden alinmis yillikçi, yanasma çiftçi olarak. Nitekim de okuldan ayrildigimin haftasinda birisine bir mevsim boyu babamin ve emrinde çalisacagim kisinin pazarligi neticesinde o kisiye kiralanmistim bile.
Ikinci üzüntüm de çok sevdigim okumamin siniri da artik bu kadardi. O yillarda Karaman’da yalniz bir adet ortaokul vardi ama oraya gidip okumayi ben degil, zengin kisilerin çoguna göre bile o günkü düsüncelerle birer hayaldi.
Bir sair, Edvari hayat perde perde. Allah bilir ne var ilerde der. Bu misalde oldugu gibi, o yillarda Türkiye yavas yavas kalkinma baslamis, Köy Enstitülerinin yaninda üç yillik, yatili Teknik
Ziraat Okullari da açilmis, ancak bütün israrlarima ve çok istedigim halde babamin muhalefetinden emsal arkadaslarimla o yil anilan okula gidememis ve kiralanmis oldugum sahsin isinde çalismak mecburiyetinde kalmistim.
Ikinci yil emrinde çalistigim sahsin dagdaki isyerini birakarak köye dönmüs ve rahmetli anama “isi birakip geldigimi, bir daha bir baskasinin isine de gitmeyecegimi söyledim” ve, “Babama söyle, bende arkadaslarimin okudugu Ziraat Okulunda gitmek istiyorum” diyerek bir nevi baskaldirmamdan dolayi, benden bir yil sonra mezun olan bir arkadasla birlikte 1945-1946 ders yilinda, biraz da hasbelkader o okula kaydimi yaptirarak, üç yilin sonunda, 1948 yilinda o okuldan da mezun oldum..
O yillarda devlet dairelerinin çoguna ilkokul ve ortaokuldan da memur alindigi, mezun oldugum üç yillik Ziraat Okulu da ortaokul muadili sayildigindan, köydeki o eski zalim kaderin hükmü de degismis ve bende memur olmustum..
Ziraat Bankasindaki uzun bir memuriyetten sonra 1995 yili emekliye ayrilarak Konya’ya da yerlesmistim... Bir gün ögretmenler derneginde Eregli’den emekli bir ögretmenle karsilastigimda, orada uzun yillar ögretmenlik yapan, o ilkokul ögretmenim Süleyman beyi sormus, O’nun da emekliye ayrilip Konya’da oldugunu ögrenip telefonunu bile almistim.
Evimden aksamüzeri ögretmenime ait telefonu çevirdigimde çok heyecanlanmistim. Karsima çikan bayan’a “Emekli ögretmen Süleyman beyi ariyorum?” dedigimde karsidan “Buyurun ben onun kiziyim” cevabini aldigimda kendisi ile konusabilir miyim?” dedim. Kizcagiz “Tabi Telefonu babama veriyorum” demisti ama benim de heyecanimdan ellerim titriyordu.
Telefona çikan hocama “Ibrala’da okul hademesi Mustafa Demir’in oglu oldugumu, bizi kendisinin mezun ettigini söylemis ve adimi söylemeye firsat vermeden beni kardesim Ali sanarak “Ali sen misin?” dediginde de adimin Tevfik oldugunu söyledim. Hocam “Böyle olmaz oglum, esinle birlikte en kisa zamanda evime beklerim. Kizim sana evimin adresini yazdirsin. Muhakkak beklerim” dedi.
Ertesi günü Konya Büyüksehir Belediyesine yakin Vergi Dairelerinin karsisinda çok katli bir binanin kapisinda ögretmenimin ismi yazili zile bastigimizda kapi hemen açilmisti., Çok heyecanli oldugumu gören rahmetli esim, her ne kadar beni ikaz etmis ise de heyecanimi bir türlü yatistiramiyordum. Çünkü kocaman bir ömür sayilan 64 yil sonra Ilkokul Ögretmenimi tekrar görecek olmak beni asiri derecede heyecanlandirmisti.
Kapiyi iki bayan açtilar ve bizi içeri buyur ettiler. Ilerideki odalardan birinin açik kapisindan bir kanepeye serilmis ve dayanmis minderlerin üzerinden dogrulmaya çalisan ufacik, zayif ve bir ayagi da hafif aksayan sahsi gördügümde gözlerime inanamadim. Hocam ihtiyarligin da etkisi ile beli bükülmüs ve bir çocuk kadar kalmisti ama gözlerindeki o sevgi ve sefkat dolu bakislari hiç
degismemisti. Hemen ileri atilarak onun bize dogru gelmesini önlemeye çalisirken, artik kendimi tutamamis, öpmeye çalistigim ellerini gözlerimden akan yaslar islatmisti..
Esim benden çok metanetli oldugundan hatir sormus, benim içinde “Sizi yillar sonra gördügünden heyecanlandi. Kusura bakmayin” diyerek benim için özür dilerken, ben de yavas yavas toparlanmistim ama bu hareketimle karsimdakileri de epece üzdügüm belliydi. Tekrar tekrar özür diledigimde, artik bende epeyi sakinlesmistim.
Hocam birkaç yil önce esi Hanife hanimi kaybettigini, kizinin da kendisine bakmak için evlenmedigini, bir kaza neticesinde ayagi kirildigi için, yeni yeni yürümeye çalistigini söyledi. Kizina da “Kizim ben ilk ögretmenligimi bunlarin köyü Ibrala’da yapmaya gittigimde daha bekâr oldugumdan bana bu amcanin rahmetli olan anne ve babasi baktilar. Yemegimi pisirip çamasirimi yikadilar. Bu hususta onlara çok borçluyum” dedi.
Esime köyde kimlerden oldugunu sormus, esimde Haci Alilerin Osman’in kizi oldugunu söylediginde de “Ha su Asagi Degirmenin sahibi Osman. Tanidim tabi” dedi. Hocanin o yillardaki köyün ileri gelenlerini de teker teker sorduguna göre bilincinin gayet yerinde oldugunu ögrendim
Bize yemek ikram ettiler. Bir hayli sohbetten sonra, elini öpüp ayrilacagimizda tekrar bekledigini, Insallah biraz daha iyilestiginde kendisinin de bize de gelecegini söylemisti
Ögretmenimi o yilinin 24 Kasim gününde, Ögretmenler Günü’nde arayarak tebrikte etmistim.. Birkaç ay sonra telefon çaldiginda karsimda kizi vardi. Babasinin ölümünün kirkinci günü olan bu gün Haci Veyis camisinde yatsi namazinsan sonra okunacak Mevlidine çagiriyordu. Soke olmustum. Camiye giderek mevlidine katildim. Oglundan da kabrinin yerini ögrenip dönerken çok üzgündüm.
Sabah ilk isim Musalla Kabristani’nda Gömeç Hatun Türbesi’nin önünde hem esinin ve hem de kendisine ait Sille’nin ileri gelenlerinden Kasikçi ve Asçi sülalelerinin kabirleri yaninda, türbe kapisinin hemen önündeki mezarin basindaki tasta ismi, 1329 olarak dogum tarihi ile 15.1.2000 olarak ta ölüm tarihi görünüyordu. Uzun uzun dua ederek ayrilirken çok üzgün ve hüzün doluydum.
Bugünlerde ise sik sik giderek esimi ziyarete gittigim o kabristanda, çok kere o Ilkokul ögretmenimi de ziyaret ederek dualarimi gönderiyorum. Ruhu sad olsun
Son yillarda yazboz tahtasina çevrilen Ilkögretim mezunlari kalitelerinin, bizden üç yil fazla okumalarina ragmen, bizim o yillardaki bes yillik mezuniyet kalitelerine ulasip ulasamadiklarini düsünürken, bu isi daha iyi bilenlerin takdirine birakiyorum. 
YORUM EKLE

banner284