KANAYAN YARA: GÖÇ

Göç konusu uzun bir süredir beni uğraştırır. Özellikle Irak, Suriye, Afganistan, Afrika ülkelerinden, batıya, güneye doğru yönelen, insan sellerinin yarattığı acıklı (trajik), kahrolası göçler içimde onulmaz yaralar açar. ABD emperyalizminin, dünyayı yeniden biçimlendirme, petrole el koyma siyasetinin temelini oluşturduğu göçlerde, binlerce insan, erkeği, kadını ve çocuğuyla ölüme göç ettiler ve ediyorlar da. Neden, neden bu kıyım?
Göçün sözcük anlamı şöyle tanımlanmış: Ekonomik, toplumsal ya da siyasal nedenlerle bireylerin ya da toplulukların, bir yerleşim yerinden başka bir yerleşim yerine gitme eylemi.
Toprağı bol olsun, rahmetli babamda Osmanlı Rus savaşında, memleketi Muş ili, Bulanık ilçesi, Hasangören köyünden, kışın ortasında, babasız büyüyen üç kardeşi ve annesiyle dört yılda Karaman’a gelebilmiş. O zaman Muş ovasında öyle kar varmış ki telgraf telleri, direkleri bile gözükmüyormuş. Gelmesine gelmişler ya elde avuçta hiçbir şeyleri yokmuş. Ekecek bir avuç tohum, bir karış topraklardan yoksunmuşlar. Sonrası çıraklık, yoksulluk, dil bilmezlik, ezilmişlik.
Dünya dünya olalı beri ne çok güce tanıklık etti. Odunu, ocağı ardında bırakıp “yad ellere” düştü insanlar. Tüm göçlerin özünde soygunculuk vardı. Cengiz Han’dan kaçanlar gele gele Anadolu’yu yurt bellediler. Milyonlarca insan ölüm arkalarından gelirken, canlarını kurtarmak için hep yürüdüler. Adları bizde Yörük oldu. Macır (muhacir) kimlerine Hiçsiz insanlar yaşamlarını, yeni koşullara uyarlamaya çalıştılar. Köksüzlüğü, köklülüğe dönüştürme çabaları nice cana mal oldu.
Eskilerde kılıçla uygulanan göç ettirme, şimdilerde yerini ateşli silahlara bıraktı. Haramiler her şeye sahip olmak için, göçleri yettiğince soydular da soydular. Çağ değişti emperyalizm sahne aldı. Yanlarına yerli işbirlikçilerini de alarak soymayı sürdürdüler. Yakın zamanda uygulamaya koydukları BOP’larıyla ülkemizi ateş deryasına attılar.
Bir de iç göçler var. Osmanlı’da topraksız köylülerin büyük göçü. Bunlara “çift bozan” deniyordu. İnsanlar zulümden, açlıktan yollara düşüyorlardı. “Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir” felsefesi yani. Sıra geldi yakın zamanımıza, bu kez de büyük kentlere göç başladı. Tüm dünya aynı yolu izliyor. Ekmek, sağlık, iş vs. için insanlar kentlerin bir ucunda, kendilerine tutunacak yer arıyor. Sistemin kokuşmuşluğu, eşitsizliğin gökyüzüne ulaşması gittikçe açmazları çoğaltıyor.
Aziz Nesin ustamızın deyişiyle “Bu böyle gitmez”. Üretimi artırmadan, emeğin hakkı gözetilmeden, eşitlik gerçekleştirmeden, daha çok göçlere tanık olacağımız belli değil mi?

 

YORUM EKLE

banner284