KURUCABELLİ MUZAFFER

1950 yıllarında Karaman’da:

Kerpiçten yapılı, üstü toprak ve tozlu, iki odadan oluşan Kale İlkokuluna yakın olan bir evimiz vardı.

Kireçle sıvalı beyaz duvara çakılan çiviye asılı gaz lambasının solgun ışıklarının yüzleri aydınlatan ve ortaya konulan sehpanın etrafında toplanan kardeşlerimle birlikte ders çalışırdım.

Ortaya konulan bakır sininin üzerindeki çorba tasına hep birlikte kaşık çalardık.

Evimizin önünde ve oyun alanımızın yanında, suyu oldukça durgun ve sürekli akan bir ırmak vardı. Bazı zamanlarda, komşularımız, kaplarını bu ırmağın etrafında yıkarlardı.

Alaybey çeşmesinden başlayıp, hastaneyi geçip, Hisar Mahallesi’ne kadar uzanan ve sokaklarını oynayan çocukların cıvıltılarının doldurduğu ve birbirine benzeyen evlerin bulunduğu; çokça da çıkmaz sokaklardan oluşan bir mahallede geçti çocukluğum.

Yakın komşuların, sürekli olarak yardımlaşma ve dayanışma içinde olan ailelerin arkadaş olan çocukları, birbirlerini durmadan arayan ve oyunlarını birlikte kurgulayanların yaşadığı bir mahalle.

Evimize en yakın evde, sürekli olarak birlikte oyun oynadığımız; Zeki, Muzaffer ve İhsan adlarını alan üç erkek kardeş vardı. Muzaffer, bunlardan ortanca olan kısa boylu, beyaz tenli, siyah ve dalgalı saçlı, ateş saçan ve zeki olduğunu belirten siyah gözleri vardı. Muzaffer, her zaman gülerdi. Kavgacı değildi.

Mahalledeki diğer arkadaşlarım:

Simitçi Niyazi’nin oğlu Mehmet, Kerim Kömbeci, Kürt Satı (Rahmetli Erol Taş’ın yeğeni) Yörük Ziya, Musa Çavuşun torunu Erol, Erol’un amcaoğulları olan Orhan ve Mustafa, Terzi Faik’in oğlu Yunus’u sayabilirim.

Çocuklar olarak oyun alanlarımız genellikle Hatuniye idi. Buradaki onca güzel çinileri ellerimize aldığımız taşlarla kazıyıp yok ederdik; ayrıca yerdeki tozlu bölümleri kazıyarak, mavi renkli boncuklar çıkarttırdık. Oyunlarımız gün batımına kadar sürerdi. Zamanında eve gelmediğim için babamdan çok dayak yerdim.

Bezleri birbiri arasına sararak, oluşturduğumuz topla evimizin yakınındaki alanda maçlar yapardık. Düz ve yan billi ile aşık ve misket oynardık. Sağlam tellerden oluşturduğumuz çemberleri çevirirdik.

Arkadaşlarımla aramda hiçbir sorun olmazdı; yalnız Erol’un ağabeyi Yaşar ağabey ile Yunus’un ağabeyi Yüksel ağabey, benim yanımda, kardeşlerine

benimle oynamamaları için tembihlerler ve kızarlardı ve bu tutumları her zaman sürerdi ama biz yine birlikte olurduk ve birlikte oynardık.

Çevredeki bahçelere bahçe duvarları çok yüksek olduğu için giremezdik, ama bahçe duvarlarından sarkan dallara konan kuşlar ya yerden aldığımız taşlarla ya da elimizdeki sapanlarla avlamaya çalışırdık.

Kuş avlama sırasında olmadık kazalarda bizi sıkıntıya atardı. Bir gün bu kazalardan birini daha yaşadım. Camlarını kırdığım için anneme şikâyete gelen komşumuza gittiğimizde; benden küçük ve adının Orhan olduğunu öğrendiğim bir kişi ile çok olgun kişilikli ve tutarlı davranışları ilgimi çeken ve ismi Mustafa olan iki kişi ile bunların ailesinden özür diledim.

Mustafa, benden büyük olduğu halde ailesi ile bana kızmamıştı. Merak ettiğini belirtip, elimdeki sapanı alıp, lastikleri inceledi ve hiçbir olumsuz tepki göstermeden, sapanı bana geri verdi.

Mustafa’nın bu davranışı beni çok etkiledi.

Düşünüyorum da, günümüzde, bu olumlu davranışları sergileyen insanlar var mıdır acaba?

YORUM EKLE

banner284