MUAVİYE’NİN DEVESİ

Peygamber soyunun kâtili Muaviye Şam’da diktatörlük yaparken sarayının önüne bir dişi deve getirtmiş. Ulema ve ümerayı toplamış; “Söyleyin bakalım bu deve erkek mi, dişi mi?” diye sormuş.

Herkes “dişi” derken kendisi, “bilemediniz, erkek” demiş. Bir daha sormuş. Herkes yine “dişi” deyince: “Demek siz benim söylediğimi söylemiyorsunuz ha” diyerek sinirlenmiş, “dişi” diyenleri zindana attırmış. Bir süre sonra zindandakiler; “böyle gitmez, erkekti deyip kurtulalım” düşüncesiyle hepsi birden: “Bilememişiz o deve erkekti” demeye başlamış. Muaviye içeridekilerin hepsini serbest bıraktırmış.

Bu olay Muaviye’nin bir despot, o ulema ve ümeranın (âlim ve âmir) onursuz birer zavallı olduklarını gösterir. Burada kendimize soralım: Şimdi Türkiye’de birden çok Muaviye, âlim ve âmir kılıklı bir sürü onursuz ve zavallı var mı, yok mu?

Burada T.B.M.M.’ini hatırlayın. Mutlak söz sahipleri ile maiyetindekilerin düşünce, konuşma, karar, ikrar ve uygulamalarına bakın. Hemen aklınıza dişi deveye erkek dedirtenler ile dişi deveyi erkekleştirenler gelir. Mecliste, milliyetçiliği ve dindarlığı tekeline almış partilerin başkan ve milletvekillerine bakınız, hepsi Muaviye ve karşısındakilerin ruh ikizleri gibi. Orada kimse genel başkanların istekleri dışında bir adım atamıyor, bir tek söz söyleyemiyor.

Türkiye’de despotluk ve onursuzluk sırf siyasi alanda değil ki. İktisadî, dînî vb her alanda despotluk ve onursuzluk var. Despotluğun yaşadığı, zavallılığın yaygın olduğu bir ülkede insanî erdemler kaybolur, kitleler sürüleşir, acılar artar, dîni ve millî değerler sadece malzeme olur.

Bizim dînî ve millî kültürümüz haksızlık karşısında susmamayı, susanın “dilsiz şeytan” olacağını söyler ama bugün Türkiye’de toplumun gözü kör, kulağı sağır, dili tat. Şimdi susanlar değil, hakkı savunanlar şeytan işlemi görüyor.

İşçilerimizin çoğu patronunu “Rezzak”, memurlarımızın çoğu sicil amirlerini “Kirâmen katibin” yaptı. Türkiye’nin tarikat-cemaat yapılanmasındaki “Gavs, Şeyh, Efendi, Üstat ” tabakasını bir düşünün; onların söylediklerine itiraz edilmez, onlar Allah ile müritleri arasında birer bağ, yer ile arş arasına tutan birer direk, müritleri teneşir tahtasında birer mevtadır. “Şeyhsiz mümin-i kâmil olunmaz. Şeyhten kopan karanlıkta kalır.”

Bu kirli kültürün anlamı nedir biliyor musunuz? İlahları çoğaltmaktır. Tevhit dininden ayrılmaktır. Akıl, beş duyu ve bilimin yollarını tıkamaktır, tükenmektir. Kendi özelimden bir örnek vereyim. İlkokulu bitirir bitirmez babam beni bir Kuran Kursuna yatılı vermişti. Orada bana zorla “ders” verdiler, “Burayı ve bu dersi bırakırsa efendimizin gazabına uğrarsın, Allah seni çarpar” dediler. Bu arada 1960 ihtilali oldu, evime döndüm. Dersimi ve hazretimi bıraktım. Bakıyorum da Allah beni 1961’den beri çarpmadı. Bugün bakıyor ve seziyorum ki, on binlerce genç veya yetişkinimizde böylesi sapık inanç ve davranışlar hala var, kandırma sürüyor.

İnsanlar akıl, bilim ve dinin doğru ölçülerini kaybedince, yani insanlar gözleri olan kör, kulakları olan sağır, beyni olan akılsız, kitabı olan kitapsız, laboratuarı olan deneysiz varlıklar olunca komik durumlara düşüyor. Bir iki örnek vereyim.

Üç sene kadar önceydi. TÜBİTAK, Lise öğrencileri arasında taze sebze yetiştirme yarışması diye bir yarışma açtı. İkişer-üçer kişilik öğrenci gruplarına üçer beşer kuru fasulye verdi, bunları en iyi yetiştirenlere derece ve ödül vereceğiz dedi. Üç tane İmam-Hatip Lisesi öğrencisi o fasulyeleri Fâtiha okuyarak yetiştirmiş. TÜBİTAK’ın bilim jürisi Fâtihalı fasulyeleri “Birinci” seçti!

Birkaç yıl önce bir AKP’li: “Recep Erdoğan’a dokunmak bile ibâdettir” demişti. Bir başkası Erdoğan’ın su içtiği bardağı: “Bardak-ı Şerif” diye korumaya almıştı. Daha 4-5 gün önce, kendini, “Dindar, aydın, araştırmacı, gazeteci” diye sunan birisi, “Bizim profesörlerimiz bile hala ‘bilim’ diye geviş getiriyor. Bilimi din katına yükseltmek entelektüel körlüktür” içtihadında bulundu. Türkiye’nin ne büyük hamleler yaptığını, halkımızın ne kadar dindarlaştığını (!) görüp sevinin.

Verdiğim örneklerde Animizm, Fetişizm ve Totemcilik, yani ilkellik var. Bu örneklerin İslam dinindeki adı şirktir ve bunların hepsi bilim düşmanlığıdır.

Hz. Muhammed kendisini gördüğünde heyecanlanıp ezilen büzülen birisine: “Ne oluyor! Titreme. Rahat dur. Ben de senin gibi bir ananın oğluyum. İnsan olarak farkımız yok. Dik dur” demişti. Halife Ömer Hz. Muhammed’in gölgesinde oturduğu bir ağacı ashabın kutsallaştırmaya başladığını görünce kestirmişti. Hz. Muhammed’in küçük oğlu öldüğü gece ay tutulması olmuş, ashap, ay tutulması ile o ölüm arasında bağlantı kurduğunu görünce; olayın ilahî/doğal/tabii bir olgu olduğunu hatırlatmış, müminlerin yönünü bilime çevirmişti. Halife Ebûbekir Hz. Muhammed ile Sevr Mağarası’nda beklerken müşriklerin ayak seslerini duyup, “Ey Allah’ın elçisi yaklaştılar” deyince Peygamber’den: “Korkma. Allah bizimledir” cevabını almıştı.

Peki bugün biz din”i, iktisadî, siyasî vb alanlardaki ast-üst, başkan-üye, şeyh-mürit ilişkilerimizde nasılız? Muaviye ile yalakaları, Kabe’deki eski putlar ile tapıcıları gibiyiz. Şu parti başkanları ile karşılarında beton direk gibi duranları, şeyhlerin önünde iki büklüm olanları gördükçe kızıyorum. Şu siyaset ve din büyükleri Hz. Muhammed’i örnek alarak karşılarındakilere ne zaman:

“Böyle yapma. Ben de senin gibi bir adamım” diyecekler?

Görülüyor ki bizde iman, amel, düşünce, cesâret, üretim vb birçok alanda hastalıklar var. Bu hastalıklar doğuştan değildir, bize sonradan bulaştı. Böylesi hastalıkları olan kişi yahut toplumlar geri ve köle olurlar. Köleler hep tekme-tokat yerler, insan yerine konmazlar, alınıp satılırlar.

Bu hastalıklar bizim cesaret ve çalışmalarımızla yok olacaktır. Biz geri zekalı, geçmişi olmayan bir ulus değiliz. Akıl, bilim, üretim, samimiyet ve sağlam inançla sağlığımıza kavuşacağız.

YORUM EKLE

banner284