MUSTAFA KEMAL ATATÜRK 1881 1938

Bir kişiyi veya bir olayı anlayabilmek için: kişi ve olaya karşı ön yargısız olmak ve kişinin yaşadığı ve geliştiği dönem ve ortam ile olayların oluştuğu koşulları çok iyi bilmek gerekir. Bunlar olmadan kişi ve olayları anlamak mümkün olamaz. Olsa olsa kişi ve olayları yargılamak ve kör cahilliğimize mahkûm etmek olur. Zira ön yargı, insanın özgürleşmesini ve özgürce düşünüp karar vermesini engeller. Bilgisizlik ise insanı kör kılar.

Atatürk’ü: kendi gözüyle gören, kendi yüreğiyle seven, kendi beyniyle düşünen ve kendi algılama yeteneğiyle algılayabilen kişiler anlayabilirler.

Kimdir Atatürk?

Alman Şairi Göthe, “En mutlu kişi hayatının sonunu başıyla birleştirebilendir.” der. İşte bu kişi Atatürk’tür.

İnsanı yücelten ve büyük yapan, kendi çıkarları üstüne yükselip yurt için, millet için ve hatta bunlarda yetmez, insanlık için yaptıklarıdır. Bu üç yönlü çalışmadır ki, bir insanı ulusal sınırları içinde olduğu kadar, ulusal sınırları dışında da tarihe mal eder ve tarih onu bağrına bastıktan sonra hatırlanmasını ve anlaşılmasını emreder.

Atatürk, insanlığa mal olan eserleriyle her gün tüm insanların arasında bulunmakta, yüksek ülküleri ve ilkeleriyle yol gösterici olmakta, düşünce ve yüreklerde yaşamaktadır.

Atatürk:

34 yaşında, General,

39 yaşında, Meclis Başkanı,

40 yaşında, Başkomutan, Mareşal ve Gazi,

42 yaşında, Cumhurbaşkanı,

23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı’nı, çocuklara,

19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nı, gençlere,

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı, halka,

30 Ağustos Zafer Bayramı’nı askerlere hediye eden “Devlet Adamı”.

Nutuk, Söylev ve Demeçler, Karlsbad Hatıraları, Hatıralar (Doğu Cephesi ile ilgili), Zabit ve Kumandan ile Hasbıhal, Geometri, Cumalı Ordugâhı, Arıburnu Muharebeleri Raporu, Anafartalar Muhaberatına Ait Tarihçe, Medeni Bilgiler, Taktik ve Strateji, Tatbikat Gezileri, Takımın Eğitimi (Litzman’dan çeviri), Bölüğün eğitimi (Litzman’dan çeviri) “Eserlerin Yazarı”

Küçük yaşta babasını kaybeden, annesi ve kız kardeşiyle yaşam mücadelesi veren, Türk Toplumu’na “Çağdaşlaşma Vizyonu ve Cumhuriyet Projesi” sunan “Lider”

Tarih bilinmeden Atatürk anlaşılamaz.

Batı’da:

Ortaçağ karanlığından aydınlığa geçiş, bir dizi gelişmeyle kendisini gösterdi. Hümanizma ile edebiyatta, Rönesans ile sanat ve mimaride devrimler yapıldı, Reform ile Katolik Kilisesi’nin etkinliği kırıldı, İncil, Latinceden ulusal dillere çevrildi. Coğrafya Keşifleri’yle Amerika Kıtası, Hindistan Deniz yolu bulundu, deniz yoluyla yeryüzündeki değişik coğrafyalara ulaşıldı ele geçirilen yörelerin yeraltı ve yer üstü kaynakları Avrupa’ya taşınarak, Avrupa, adeta altın ve gümüş deposu durumuna getirildi. Toprak imparatorluklarından sömürge imparatorluklarına geçildi ve potansiyel bir biçimde sermaye oluştu. Eğitim ve bilim, kilisenin tekelinden çıkarak özgürleşip “Bilim Devrimi” gerçekleştirildi. Bunu Aydınlanma dönemi takip etti. Buhar ve kol gücüne dayalı olarak “Sanayi Devrimi” gerçekleştirildi ve üretim, makineleşti, makine ile üretim yapan fabrikalar oluştu ve işçi sınıfı doğdu. Bu gelişmeler beraberinde, uluslaşma ve ulus devletlerin oluşmalarını ortaya çıkardı. İşçi sınıfı ideoloji, demokratik ve siyasal mücadeleler vererek yeni toplumsal yapıların oluşumunu sağladı ve demokrasi gelişti. Teknoloji: bilimi, sanatı, felsefeyi ve kültürü arkasına alarak, yaşamın her alanında kullanılmaya başlanmış ve hayatı kolaylaştırdı.

Batı:

Serveti ve zenginliği, dış sömürü ile elde etti, toplumun ihtiyaç duyduğu hukuk ve sosyal alandaki düzenlemeleri ise halkın mücadelesi sonucunda gerçekleştirdi.

Ekonomiye egemen olan burjuvalar, kralları ve aristokratları etkisiz bir duruma getirmeleri sonucunda “Ulus Devlet”ler oluştu, ulusçuluk akımları yaygınlaştı ve yükselen değer “Ulusçuluk” oldu.

Batı’da ortaya çıkan bu gelişmeler karşısında,

Osmanlı Devleti’nde:

Sermaye ve teknoloji birikimi oluşmadı. “Bilim”ve “Sanayi” devrimleri gerçekleşmedi. Kol gücü, savaş ve tarımda kullanıldı. Tarım dışında üretim geleneği oluşmadı. El tezgâhları, üretim dışına itildi. Sanat gelişmedi. Ticaret, Batı karşısında geriledi.

Burjuva ve işçi sınıfları ortaya çıkmadı. Servet ve zenginliği, öşürü, mültezimlere ihale yaparak, iç sömürüye dayalı olarak gerçekleştirmeye

yönelindi. Toplumun ihtiyaç duyduğu hukuk ve sosyal alandaki düzenlemeleri dış güçlerin baskısıyla gerçekleştirdi. Öz güvenini kaybetmeye başladı. Sürekli denge politikaları izleyerek varlığını sürdürmeye çalıştı. Doğu ve Batı anlayışları karşısında sıkışarak sürekli zikzaklar çizdi. Azınlıkların bağımsızlıklarını elde etmeleri karşısında, toplumda muhafazakârlık arttı.

1535 yılında, Fransa’ya tanınan ticari ayrıcalıklar, 1740 yılında kalıcı duruma getirildi. Toprakları, Batı’nın sömürge alanına girdi. 1838 yılında, İngiltere ile yapılan “Ticaret Antlaşması” ile adeta ekonomideki idam fermanını imzaladı. 1854 yılında, ilk kez İngiltere’den borç para aldı. Alınan paralar, sanayiye ve yatırıma yönelik kullanılmadı. Bu paralarla, saraylar yapıldı. Aldığı borç paraları ve faizlerini ödeyemez duruma gelince; borç veren devletler, alacaklarını tahsil etmek için devletin bazı gelirlerine, oluşturdukları Borçlar İdaresi (Duyun-Umumiye) aracılığıyla el koymaya başladılar. Kendi limanları arasında, kendi gemileriyle mal taşıyamaz ve ticaret yapamaz duruma geldi. Başkent İstanbul’da bile tüten bir baca görülmedi.

İçine düştüğü olumsuzluklar karşısında, çıkış yolları aranılmaya başlanıldı. II. Osman zamanında başlatılan yenileşme hareketleri: III. Selim, II. Mahmut ve II. Abdülhamit dönemlerinde yoğunlaşmış ise de olumlu sonuçlar alınamadı. Zira yenileşme, savunmaya dayalı statükoyu koruma mantığıyla gerçekleştirilmeye çalışıldı. Eğitim, medreselerde ve ağırlıklı olarak din merkezli yapıldığından bilim ve teknoloji gelişmedi. Devletin, teokratik bir yapıda görünmesi nedeniyle, egemenlik kaynağı halka dayandırılamadı ve laiklik oluşmadı. Çok uluslu bir imparatorluk olması nedeniyle, Türk ulusçuluğu oluşmadı.

Sonuçta: Fabrika adını alan üretim araçları kurulamadı. Köylülerin, mültezimlerin baskısından topraklarını terk etmeleri sonucunda tarımsal faaliyetler geriledi. Maliye, Duyun-u Umumiye’nin ellerine bırakıldı. Ordu, Alman generallerinin yeteneğine bağlandı. Eğitim, yabancı ve azınlık okulları, çağdaş eğitim veren okullar ve medreseler girdabında sahipsizleşti.

Bulunduğu bu koşullar altında, 1914 yılında, emperyalistlerin boğuşma arenası olan I. Dünya Savaşı’na giren Osmanlı Devleti için bu savaş, bir intihar eylemi, Mondros Ateşkes Antlaşması ise yazılı ölüm raporu oldu.

Atatürk’ün yetiştiği dönemin düşünce akımları:

Osmanlıcılık: Bu görüşü savunanlar, devletin sınırları içinde yaşayan fertler arasında dil, ırk ve din bakımından hiçbir ayrım gözetmeksizin, hepsinin aynı hak ve yetkilere sahip olduğunu kabulle, Osmanlı toplumu içinde tam bir kaynaşma ve dayanışmanın sağlanacağı görüşündedirler.

İslamcılık: Ülkede İslamiyet’e ve dünyanın bu yerindeki Müslümanlara önem veren bütün Müslümanlar arasında bir birliğin gerçekleşmesini mümkün kılmaya çalışan ve devletin sosyal bağlarını din birliğinde arayan bir akımdır.

Türkçülük: Türkçülük akımı, devletin kurtuluş ve yükselme çaresini, ulusal bilince ulaşmış olan Türk unsurunun bir ulus halinde oluşmasında ve ulusal varlığı kavramasında aramıştır.

Batıcılık: Batıcılık akımı, temelleri Batı’nın sosyal, siyasal ve felsefi görüşlerinde aranması gereken bir devlet anlayışını ifade etmektedir. Bu görüş, devletin ancak batılılaşmak suretiyle kurtulabileceğini ve bunun için de değişik alanlarda önemli devrimlerin yapılması gerektiğini savunmuştur.

Atatürk: Fransız yazarlarından Jan JakRuso, Monteskiyö, Volter ve Didero’dan ve Fransız Devrimi’nden: cumhuriyet, laiklik ve devrimcilik konularında, Namık Kemal’den: vatan kavramında (Namık Kemal’in vatan anlayışında, milliyet bilinci yeterince oluşmadığından, Türkiye değil, Müslüman ülkeleri ve İmparatorluktu. “Git vatan Kâbe’de siyaha bürün”, diyen Namık Kemal’in vatan anlayışı Kâbe’yi de kaplıyordu. Atatürk’ün vatan anlayışı, Misak-ı Milli sınırlarıdır.), Ziya Gökalp’den: milliyetçilik kavramında etkilenmiş, devrimci ruhu, Tevfik Fikret’ten almıştır.

Atatürk, Türk halkının öz güvenini, yaşama ve üretme yeteneğini görerek “Kurtuluş Savaşı”nı başlattı. Kurtuluş Savaşı: “Türk toplumunun bir çağdaşlaşma projesi, bir geleceğin kurulması, bir vizyonudur.” Atatürk, bu projeyi 19 Mayıs 1919’da meşruiyet zemininde başlattı, geleceği kuracak olan kaynağı, halk olarak gördü, geleceğin hukuksal ve sosyal yapısını laiklik ekseninde belirledi. Bu nedenle, projenin hedefi; sadece emperyalist işgalden değil, kişi tahakkümünden ve çağdışı kurumlarda da kurtularak, çağdaş uygarlık düzeyini yakalayıp onu aşmaktır. Bu nedenle, 19 Mayıs 1919’da başlatılan bu proje sürmektedir ve süreklidir.

Çağdaş uygarlıktan anladığımız, sadece Batı Uygarlığı değildir. Günümüzde Batı’da yaşanıldığı algılanan çağdaş uygarlık, tarihin başka bir kesitinde, farklı bölgelerde de kendisini göstermiştir ve gelecekte de gösterebilir. Yani Kuzey Uygarlığı, Doğu Uygarlığı, Güney Uygarlığı gibi… Bu nedenle Kurtuluş Savaşı’nı sadece emperyalizme karşı verilmiş sıcak savaş dönemi olarak değil, bir bütün olarak, sürekli bir çağdaşlaşma hareketi olarak görmek gerekir.

Çağdaşlaşmanın itici gücü, “Sürekli Devrim”dir. Bu nedenle Atatürk’ün devrim anlayışı, statik ve durağan ya da yapılıp bitmiş değil, her dönem için gereklidir, süreklidir.

Atatürk’ün, yayınladığı Amasya Genelgesi’nde, “Milletin geleceğini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” demesi, Erzurum ve Sivas’ta kongreler düzenlemesini ve TBMM’ ni kurmasını, halka dayalı olarak yapması, icraatlarının meşruiyetini göstermektedir.

Atatürk:

Kurtuluş Savaşı süresince, iletişime önem vermiş ve telgrafı bir iletişim aracı olarak kullandı.

İşgaller karşısında oluşturulan ve Kuvay-ı Milliye adını alan silahlı direniş güçlerini Sivas Kongresi’nde “ Batı Cephesi Genel Kuvay-ı Milliye Komutanlığı” adı altında, kuruldukları yörelerin savunulmasını amaçlayan Müdafaa-i Hukuk Dernekleri’ni yine Sivas Kongresi’nde “ Temsil Heyeti” adı altında birleştirme yönüne gitti. Osmanlı’ya baş kaldırarak dağlara çıkan efeleri, tarikat şeyhlerini, aşiret reislerini etnik kökenine, dinsel anlayışına ve siyasal anlayışlarına bakmaksızın ve ötekiler yaratmadan, bütün ulusal güçleri, emperyalizme karşı, Türk tarihinde ilk kez Türk adının geçtiği TBMM’sinde birleştirerek, ulusal birliği sağladı.

Atatürk’ün, vatan savunması yönünde vermiş olduğu mücadele, mazlum uluslara model olmuş, haklı olarak yabancı devletlerin sevgi, saygı, sempatisini ve takdirlerini kazandı, ayrıca aynı ortak tehlike karşısında bulunulması nedeniyle de, sıcak savaş süresince Sovyetler Birliği, Afganistan, Hindistan, İtalya ve (Ankara Antlaşması sonrasında) Fransa, maddi ve silah ve cephane yardımlarında bulundular.

Atatürk’ün işgaller karşısında uyguladığı savaş stratejileri ve taktikleri sonucunda elde ettiği zaferler, ülkede büyük bir enerji yarattı ve bu enerji, yapılan devrimlerin itici gücü oldu.

Bağımsız bir vatan ve özgür bir ulus yaratıldı ve ulusun çağdaşlaşması sürecine girildi. Bu aşamada, devletin yönetim şekli ve çağdaş bir toplum yaratılmasının nasıl olacağı sorusu gündeme gelmiştir. Bu aşamada, Atatürk’ün bazı silah arkadaşları, düşünce alanında, Atatürk’ten ayrılmaya başlamışlardır.

Atatürk’ün otoriter ve jakoben bir uygulamaya girebileceği kaygısını taşıyan bazı kesimler, cumhuriyet yönetimine ve cumhuriyetin kuruluş felsefesine karşı çıktılar. Bu kesimler, yönetimin “ Meclis Hükümetleri” (Meclis Hükümetleri, kabine şeklinde değil de: Meclis Başkanı’nın Hükümet Başkanı, Bakanların ayrı ayrı seçilerek Bakanlığa getirildikleri bir sistemdir.) şeklinde olmasını savunuyorlardı. Bu kesimler aynı zamanda toplumsal dönüşümün devrimci bir yöntem yerine evrimci (Tekâmülcü) bir yöntemle gerçekleştirilmesini istiyorlardı. Bu kesimlerden başka, ayrıca gerici bir muhafazakârlığı temsil edenler de vardı. Bunlara göre mevcut kurumlar sağlıklıdırlar. Yapılacak olan, sadece dini emirlerin gereği gibi uygulanmasıdır. Hatta Kur’an hükümleri dışında bir hukuka ve kanun uygulamasına gerek olmadığı görüşünü ileri sürüyorlardı.

Sıcak savaş sonrası içinde bulunulan noktada, Türk Ulusu’nu çağdaş uygarlık seviyesine taşıyacak olan evrim mi, devrim mi?

Bir imparatorluğu yıkmak, yerine yeni bir devlet kurmak. Toplumu, ümmetçi anlayıştan ulus bilincine ulaştırmak ve çağdaş bir yaşam tarzına kavuşturmak, Batı ile yüzleşmek. Bunlar için elbette otorite gerekir.

Devrimlerin yapılması ve korunması, halkın bu devrimleri anlaması, kabullenip içselleştirmesi ve yeni bir hukuk kurallarına uyumlu yeni bir yaşam tarzının uygulanabilmesi, ancak bir otorite altında gerçekleşebilir.

1912–1923 yılları arasında: Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı süresince, çok sayıda Anadolu insanı hayatını kaybetmiş, toplumun aydın ve genç kesimleri yok olmuş, Anadolu toprakları harap bir duruma gelmiş, tarım ve hayvancılık çökmüş, ekonomisi çıkmaza girmiş bir ortamda, çağdaşlaşmanın tek aracı devrim olarak görüldü. Zira Osmanlıda kalan çürümeye yüz tutmuş kurumlar, toplumu Kurtuluş Savaşı verme noktasına getirmişse, bu kurumlarla artık yaşanılamaz ve değiştirilmeleri gerekir. Bu da devrimle mümkündür. Evrim, sonucu çok geç görülecek bir gelişimdir. Kaybedecek zaman yok. Dünya, hızla gelişiyor ve değişiyor. Bu nedenle: hukuk, eğitim, sosyal yaşamın düzenlenmesi ve toplumsal dönüşüm, ulusçuluk, bilim ve laiklik ekseninde yapılan devrimlerle gerçekleştirildi.

İmparatorluktan; Üniter bir Ulus devlete,

Ümmetten; Ulusa,

Medrese eğitiminden; Laik ve çağdaş eğitime,

Teokrasiden; Laik bir devlet yapısına,

Halifelikten; Cumhurbaşkanlığına,

Monarşiden; Cumhuriyete,

Osmanlılıktan; Türklüğe,

Kulluktan; Vatandaşlığa,

Gericik ve tutuculuktan; Çağdaşlığa,

Hurafecilik ve kadercilikten; Bilimselliğe…

Atatürk, en büyük eserim dediği cumhuriyeti, çağdaşlaşmayı, hukuk ve sosyal düzenlemeleri, herhangi bir kuruluşa girmek için değil, Türk halkının hak etmiş olması ve ihtiyaç duyulması nedeniyle gerçekleştirdi.

Atatürk’ün önemli bir özelliği de çok iyi bir “Zamanlayıcı” olmasıdır. Çağın en iyi yönetim şekli olan cumhuriyet yönetiminin kurulacağına yönelik idealini, görüş ve düşüncelerini, sıcak savaş döneminde hiç öne çıkarmadı. Ayrıca, Çanakkale-İzmit hattını ve İstanbul’u savaş yapmadan, İngiliz işgal kuvvetlerinden arındırdı. Yine savaş yapmadan Doğu Trakya’yı ve Hatay’ı

Misak-Milli sınırları içine aldı. Lozan Görüşmeleri sırasında, İzmir’de bir İktisat Kongresi yaparak, Batı’ya yeni devletin iktisadi politikasının liberalizm temelleri üzerinde inşa edileceği mesajı verdi, kapitülasyonların kaldırılmasını sağladı.

Atatürk, Misak-ı Milli sınırları içersinde gerçekleştirdiği devrimlerle çağdaş bir toplum yapılandırırken, dış siyasetteki gelişmeleri de izleyerek, konjonktürü çok iyi değerlendirip gerekli önlemleri alma yoluna gitti.

Nazi Almanya’nın ve faşist İtalya’nın, saldırgan politikalar izlemeleri karşısında; Yunanistan ile nüfus mübadelesini gerçekleştirip, Türk-Yunan dostluğunu kurdu. Bu dostluk temelinde, Balkanların güvenliğinin sağlanılması amacıyla Balkan Antantı yapıldı. Montrö Antlaşması’nı yaparak, Boğazlar üzerindeki egemenliğimizi perçinleştirdi. Lozan Antlaşması kararı gereği özel bir yönetime tabi olan Hatay’ı, Misak- Milli sırlarımız içine kattı.

“Bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Atatürk, çok konuşup ne söylediğini unutan değil; yaptığını söyleyen ve söylediğini yapan ve çağdaş bir ulus yaratan bir liderdir.

Atatürk, Batı ve Ortadoğu’nun kültürel ve siyasi baskısı altında olan toplumu, bu çevreleri kendi silahlarıyla vurdu ve silahlarını ellerinden alarak, kurtardı.

Ortadoğu’nun İslam Dini’nin anlaşılmaması için sürekli olarak dinin, Arapça olarak aktarılması karşısında Atatürk:

Topluma dinsel alanda hizmet vermesi için Diyanet İşleri Başkanlığını kurdu.

Kur’an’ın Türkçe Mealini yaptırdı. Böylece toplum olarak Kur’an’daki bütün öğütleri öğrenme ve Kur’an’a uyarak, ibadetlerini gerçekleştirmelerini sağladı.

Cuma Namazlarında okunulan Hutbe’nin Türkçe olarak okunulmasını sağladı.

Hadisleri Türkçeye çevirtti.

Kur’an Kurslarını açtı.

İlahiyat Enstitülerini açtı.

Arap alfabesi yerine Yeni Türk Harflerini kabul etti.

Batı’nın silahları olan akılcılık (rasyonalizm) ve bilimi temel aldı. Böylece Batı’yı kendi silahlarıyla vurdu. Bunlar:

İnsan Hakları, laiklik ilkesi, ulusçuluk, demokrasi, vatandaşlık bilinci, yurt sevgisi, ekonomi vb. değerlerdir.

Lozan Antlaşması, Atatürk’ün Batı ile yaptığı hesaplaşmanın siyasi bir belgesidir.

YORUM EKLE

banner284