O GÜZELİM BOKLUBENT’E AĞIT

Şu ayazın kol gezdiği günlerden, nereden aklıma geldiyse, boklubent takılı kaldı içimde.
O günleri yazayım dedim. Hep Konya’daki Karamanlı yazacak değildi ya. Neden buraya. Böylesine bir ad takılmış bilemem. Bilene de rastlamadım. Bent “su biriktirmek için, akan suyun önüne yapılan set, büğet” anlamına geliyor. Peki, bizim oradaki birikintiye neden b*ku eklemişler? Geçelim bunları da dönelim eski yaz günlerine. Sıcaklar bunaltıcı, ter paçalardan akar, 13-14 bilemedin 15 yaşındaki ergenler, su yürümüş damarlarının akıntısında sıkıştırılmışlar. Yasaklara ve onun çekiciliğine kapılıyorlar. Herkes Boklubent’e gitmek istiyor. İstiyor ya korku dağları da, bahçeleri de bekliyor. İki koruma bekçisi zebella. Biri kara bekçi, diğeri şeytan Memet. Ellerinde çomaklar, yol kesen haraniler sanki.
Kristof Kolomb, Hindistan’a gitmek için binmedi mi gemisine? Bindi. Biz ondan geri mi kalacaktık? Gidilecek, gidilmeli. Önce aşağı bahçede toplanıp, demir alalım. En büyüğümüz yolları bilen öne düşsün. İlk adımlar korkusuz atılıyor. Yürüdükçe korku, kuşku belası giderek artıyor. Yağlı kayışın bahçesi, korkulu bahçe sahibi Avukat Ali Galip’in bahçesi, Tartanların küçük bahçe derken Çolakların yüksek duvarlı bahçesinin yanından geçen, küllük dökülen dar yol. Yolun ucunda, nedense kesilmemiş çınar ağacı. Yolu yarıladık. Üst baş toz içinde. Akan terler toza bulanınca, yüz madenci suratı. Güneş tepemizde. Geçtiğimiz yerler bahçelerle dolu.
Bekçi korkusu yüreklerde. Oysa bizim kimseye “ziyanımız” yok. Tek amacımız suya kavuşmak. Adem babamızla Havva anamız, yasak meyveyi yediler diye cennetten kovuldular ya, bizde yasaklara gidiyorduk, öylesine. Bilinmeyen ülkenin, Eldora’nın çekimindeydik. Bahçeler arasından akan ırmağın serinliği, yanı başımızdaydı. Sonunda Akkülahların sur duvarlı bahçesi, yanındaki tarihi köprü, karşıda Hacı Sami Tartan amcanın, yani Remzi’lerin “fenni büyük bahçesi” yıkık değirmen, sonrası Boklubent. Söğütler, kavaklar, eğrelti otları. Bent dediğin ne? On metre uzunluğunda, beş metre genişliğinde, bir adamlık birikinti. Su Ermeni höyüğünden geliyor. Dip yoğun çamurlu. Mayo falan hak getire, pantolonlar, gömlekler fora. Şeker çuvalından yapma donlar, kara çarşaftan dikilmiş donlar. Suya girmeli mi girmemeli mi? Su soğuk ya bekçiler gelirse? Gelirse gelsinler. Ölümden öte köy yok ya. cumburlop. Yok öyle üç kuruşa ahkam kesmek. Çoğumuz yüzme bilmiyoruz. Bir ikimiz kedi ve köpekler gibi suda çırpınıyorlar. Suya kavuşmanın heyecanının yerini, açlığa ve susuzluğa bırakıyor. Yiyecek kuru ekmeğimiz bile yok. Gün kararmadan dönüş başlıyor. Eve dönmek hız veriyor.
Sonra yıllar geçiyor. Adana yönünden otobüsle kente giderken, bizi ilk karşılayan Karadağ oluyor. Sonra Gökçe Çamlığı. İçim kıpır kıpır. İşte sağımda höyük, onun alt yanında bizim Boklubent. Suyun geçtiği her yer yemyeşil. Anıların izleri yerli yerinde. Yine yıllar geçiyor. Yolun kenarındaki bent yoklara karışmış. Yeşillikli bahçeler çöl gibi. Tek ağaç yok. Bendin gölgesi, süsü olan söğütten bir dal bile kalmamış. Gördüklerimle duygulandım ve ağladım. Yalanım varsa kahrolayım. 
Yaşar Kemal ustamın Demirciler Çarşısı cinayetindeki anlatısını anımsıyorum. Öykü şöyle: Bir genç geze geze cennet gibi bir yere gelir. Sular gürüldemekte, otlar adam boyu, atlar desen her biri küheylan. Bir köylüyle selamlaşır, konuşmaya başlarlar. O adamı köye konuk ederler. Yemekler lezzetli, söyleşilerin tadı doyumsuz. Konuk el üstündedir. Bir ay sonra helalleşilir ve adam izin alıp köyüne döner. Yine yıllar geçer. Adam yaşlanır. Ölmeden önce şu köyü bir daha göreyim diyerek yola çıkar. Gelir görür ki o cennetimsi yer sapsarı otlarla, o gürüldeyen ırmaklar kuru, küheylanların derisi çekilmiş, bir deri kemik kalmışlar. Rastladığı bir adam yanaşmış, selam vermiş ama adam ne selamı almış ne de yakınlık göstermiş. Yaşlı adam ona eski geçen günleri anlatarak “Hemşerim burası eskiden cennet gibiydi. Otlar adam boyunda, atlar küheylan, köylüler iyi insanlardı. Ne oldu da bunlar yok oldu?” deyince köylü: “O iyi insanlar o güzel atlara binip gittiler” demiş.
İşte bizim Boklubent’in “ahvali” de böyleydi. Yanlış kentleşme, ihanete varan aymazlık, bendimizi yiyip bitirmişti. Anılarımızı da kendilerine meze yapmışlardı. Buna ağlamayıp da ne yapacaktık sanki?
 

YORUM EKLE
YORUMLAR
Tutguy Özşimşir
Tutguy Özşimşir - 5 yıl Önce

Boklubrnt deyip geçmeyin karaman gençliği için ayrı bir yeri vardır..Öykü güzel ve akıcı tşk ler

Hemseri
Hemseri - 5 yıl Önce

Bulincsizce şuursuzca gölet yapıyolar heryere!! Ne işe yaradığı belli değil.... Ve işte böyle doğayı biçip yok ediyolar tüm dengeleri bir-iki tane evvel zekalı bürokrat ) mühendiz zevatı.

banner284