SEKSENİNCİ YIL

Geçen hafta İstanbul’dan hızlı trenle Konya’ya dönüşüm sırasında Eskişehir’e yaklaşırken bundan 97 yıl önce Yunanlılarla yaptığımız topyekûn var olma veya yok olma savaşımızdan bazılarının geçtiği bu yerlerde kim bilir nelerin yaşandığını kimlerin ve kaç kişinin burada hayatının sona erdiğini düşündüm.

Hani Birinci Dünya savaşından sonra müttefikimiz olan Almanya’nın yenilmesi neticesi bizim de yenik sayılarak topraklarımızın çoğunun elimizden alınması. Bu da yetmiyormuş gibi, son sığınağımız olan, bu günkü topraklarımızın da, itilaf devletlerince işgal edilmesi.

Yine itilaf devletlerinin teşvik ve desteğiyle; Ankara’da Mustafa Kemal’in önderliğindeki Milli Hareketi yok etmek için, Eskişehir’e kadar gelen Yunanlıların, Ankara’yı da işgal etmek için harekete geçmeleri, ama her iki teşebbüslerinde de, ilk milli ordumuz ve onun komutanı İsmet Paşa tarafından püskürtülerek geriye çekilmeleri, yani Birinci ve İkinci İnönü Savaşları.

Bu savaşlar sonunda İsmet Paşa’nın, Ankara’da Mustafa Kemal’e Metristepe’den saat 18.30 gördüğüm durum: Gündüzbey kuzeyinde sabahtan beri dayanan ve artçı olması muhtemel olan bir düşman müfrezesi, sağ kanat gurubumuzun taarruzu ile düzensiz olarak çekiliyor. Yakından takip ediliyor. Hamidiye yönünde karşılaşma ve faaliyet yok. Bozüyük yanıyor. Düşman binlerce ölüsüyle doldurduğu savaş meydanını silahlarımıza terk etti. Diyerek çektiği telgraf;

Bu telgrafa karşılık Mustafa Kemal’in İsmet paşaya; “Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makuz (kara baht) talihini de yendiniz. Şu anda düşman işgali altındaki karabahtlı topraklarımızla birlikte, bütün milletçe sizin zaferinizi kutluyoruz ”diyen cevabi telgrafını hatırladım.

Daha sonra yine buralarda cereyan eden diğer Kütahya ve bilhassa Mustafa Kemal tarafından kumanda edilen Sakarya Savaşı, nihayetinde Büyük Taarruz sonunda Yunanlıların İzmir’de denize dökülmeleri.

Yukarıda geçen yolculuk anılarımdan sonra da; geçen on kasımda kabrinin her yıl daha fazla sevenleri tarafından ziyaret edilen Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün ölümünü ilk defa duyduğum gün, yer ve kimden duyduğum anı aklıma geldi.

Köyümüzün tam ortasından geçen tek caddesinden şu anda Yeşildere Köy Konağı, yani eski belediye binasına varmadan sağa dönen, bizim evin de bulunduğu, sokakta emsal arkadaşlarımla oynarken, caddeden anamın bizim sokağa girdiğini, doğruca bize yaklaşarak, çok mahzun bir yüz ifadesi ve ağlamaklı bir sesle: “Çocuklar Atatürk ölmüş. O hepimizin büyük babasıydı” diyerek evimize doğru yürüyüp gitmişti.

1932 doğumlu olmam sebebiyle o günlerde okula gitmiyordum ama, Atatürk’ü tanıyordum. Çünkü evimizin bir köşesinde duvarda orta boy bir Atatürk resmi, onun altında ona yakın boyutlarda bir ayna ve onun altında ise, Cahit Sıtkı Tarancı’nın bir karton kâğıtta “Otuzbeş yaş” şiiri bulunuyordu ki, bu şiiri babamın istek üzerine evimize gelen misafirlere sık sık okuyuverdiğini hatırlarım.

Başta Cumhuriyetin kurucuları olmak üzere, anılan savaşlarda emeği geçenlerin tamamına Allahtan rahmetler dilerim.

YORUM EKLE

banner284