TOPRAGIN VERDIGINI DEVLET VERMEZ

Elmalari yedigimde; buzhaneden geldiginden, daha yenice dalindan koparilmis gibi tatli ve sulu oldugunu gördügümden, ayni elmalardan birkaç kilo daha almak üzere ikinci gün ayni markete ugradigimda, dünkü elmalarin fiyatlarina kilo basina 75 kurus daha eklenerek 2,75 TL oldugunu gördüm.
Yetistiricisinden belki de elli kurusu dahi bulmayan fiyatla toplanan elmalara, bir gece içinde kilo basina 75 kurus ilaveyi görünce, Türkiye’de hiç bir zahmet çekmeden, kimlerin zenginliklerine, zenginlik kattigini, kimlerin de; gece gündüz, bin bir güçlük, alin teri ile yetistirdigi mahsullerinin, yok pahasina elinden alindigini, bir kere daha düsündüm.
Yalniz elma mi? Yo hayir. Çokça bu gibi ihtiyaçlarimizi aldigimiz, en ucuz yerin pazarlar oldugunu bildigimizden, ihtiyaçlarimizi oradan karsilarken bile, fiyatlarinin gün gün nasil yükseldiklerini hepimiz biliriz.
Su günlerde marketlerde satilmakta olan bir kilo bulgurun, mercimek ve nohudun, et ve süt ürünlerinin, geçen yillara göre olan fiyatlari ile, bu yilki fiyatlarini hiç karsilastirdiniz mi? Eger karsilastirmis iseniz, bütün ihtiyaç maddelerinin, füze gibi firlayip astronomik fiyatlara ulastigini da görürsünüz.
Hemen geride biraktigimiz yillarda dahi, sokagimizda ayagimiza kadar tenteli kamyonlar içinde kilosu 25–30 kurusa zor alici bulan çuval, çuval patates ve soganlarin, bu yil 3–5 liraya firladigini da gördük.
Bugün çarsidan bir kilo eti veya hayvansal ürünlerden tereyagi, peynir gibi birini, bir hayli para da vererek alirken, bunlari 15-20 yil önce köyümüzdeki artik hemen hemen yok olmus sigir ve davar cinsinden, sürü sürü, binlerin çok üstünde olan hayvanlarimizdan elde ettigimizi de hatirlariz. Hem de bu ürünlerin tamaminda; yedigimizde bizim oralardaki meralara has, kekik ve yavsan kokularini duya duya, severek, içimize sindire sindire yerdik...
O eski günlerde köyümüzde deve de dahil, at, sigir ve davar cinsinden hayvan sürülerinin oldugunu çok iyi biliriz. O yillarda bunlarin bazilarinin is gücünden, bazilarinin da hem is gücü ve hem de mahsullerinden faydalanirdik ki, bunlar sayesinde disa bagimliligimiz hemen hemen hiç olmaz, bu hayvanlarin fazlalarini veya mahsullerini satarak, parayi bizde olmayan ihtiyacimiz için kullanirdik. Ama su anda bunlar artik bizler için çok uzaklarda kalmis birer hatira olarak kaldilar.
Yeterince üretemedigimizden, yurt disindan ithal edilen tüketim maddelerinden çok degil bir yil kadar önce GDO’lu oldugu söylenen ithal pirinci, simdilerde ise mercimegi, bilim adamlarinin; “Insan vücudunda çok kötü etkileri var. Bilhassa kanser hastaliginin en önemli tetikçileri” dedigi halde, hem kendimiz ve hem de günahsiz çocuklarimiza bile bile yedirdik. Hala da yediriyoruz.
Bize bu sakincali ürünleri yedirenler, bilin ki bu ithal ürünlerinin tek bir tanesini dahi yemezler. Onlarin hem paralari çok ve hem de sözleri her yerde geçerli oldugundan, onlar için bu gibi maddeler özel yerlerde özel olarak yetistirilirler. Tipki yillar önce bizim de köyümüzde yalniz çiftlik gübresi kullanilarak yetistirdigimiz o günahsiz, hilesiz tüketim maddeleri gibi....
Düsünüyorum da; çok degil, çeyrek asir önce, Yukari ve Asagi Dere, Karsiyaka’dan sonra, Nalima’dan baslayarak, Adabendi, Kizilcakuyu, Kirisçi, Denircik, Kayaönü ve Ova’daki bahçeler ve orada yetistirdigimiz çok çesitli sebze ve meyvelerimiz. Bunlardan; basta elma ve diger meyvelerimiz ve onlardan satarak kazandigimiz paralar.
Bir zamanlar bagrinda 3500 kisiyi asan nüfusu ile civil civil olan sokaklarimiz ve evlerimiz, sürülerle hayvanlarimiz, artik yok. Zaten bugün Türkiye’nin tamaminda eski yillara göre üçte bir bile kalmayan hayvanlara dahi, samani ithal etmek mecburiyetinde kaldik ki, bu dahi basta politikacilarin, sonra da bizlerin içine düstügümüz durumu gösteren, en büyük hatalardan biridir..
Atalarimizin ve bazilarimizin binbir emek ve alin teri ile meydana getirdigi, içinde barindigimiz iyi ve kötü günlerimizin anisini ve sirlarini tasiyan evlerimizi, yukarida saydigim mevkilerdeki ‘Irem Baglari’ kadar güzel bahçelerimizi, terk ettik.
Birkaç yil evvel çogumuzun traktör römorku veya kamyonlarla getirip Karaman’daki meyve suyu fabrikasina 10–15 kurus karsiliginda ‘iskarta’ diye verdigimiz elmalari bugünlerde mahalli pazarin tezgâhlarinda bir ve bir buçuk lira olarak gördügümüzde ise, sasirip, “Bu kadari da fazla!” diye kiziyoruz. (Bir zamanlar asagi yukari hepimizin bildigi ve ugrasi oldugundan misali yalniz elmadan verdim. Bütün ürünlerde bu hep böyledir).
Babamin emmisi ve dolayisi ile benim de emmim olan Balkan Savasi gazilerinden Hasan Demir’i (Boduk Hasan) memuriyet sebebiyle köyden ayrilirken son ziyaretimde, bana; “Iyi, güzel, ancak sunu hiç unutma. Topragin verdigini Devlet vermez” demisti ki, Rahmetlinin sözlerinin önemini, simdi daha iyi anliyorum.
Türkiye’de köyü sehirlere tasidigimizdan, üretim hemen hemen tamamen durmustur. Haberlerden ögrendigimize göre; Konya’nin topraklari kadar olan Hollanda’da bile, ziraat ve ziraata dayali ürünlerinden elde ettigi ihracat geliri tutari 100 milyar Dolarin üstünde iken, bir tarim ülkesi olan Türkiye’nin bu konudaki ihracat gelirinin yalniz 12 milyar Dolara kadar düstügünü gazeteler yaziyor. Artik üretemedigimizden; bu ürünlerin çogunu, hatta eskiye göre miktari çok çok azalan hayvanlarimizin samanini bile, ithal etmek mecburiyetinde kaldigimizi ögreniyoruz.
Eskiler; köyümüz Ibrala’nin, yedi kere bosalip, yedi kere doldugunu söylerler ki, bu bosaltilma olayina en büyük sebep; olsa olsa, burada ya salgin bir hastaligin veya zorba bir idari baskinin, can güvenligini ortadan kaldirmasi sebebiyle, tekrar geri dönmelerde ise; yasanan tehlikenin geçmesinden sonra olabilirligi, kanaatindeyim...
Su anda Yesildereliler olarak sehirlerde de agirligimiz var. Bu hemserilerimizin bazilari resmi yerlerde söz sahibi ve yetkili kisilerdir. Birlik ve beraberlik içinde, bu agirligimizi devam ettirirken, sehirde issiz güçsüz, yalniz ana ve babalarinin verdigi ufak harçliklarla dolasan gençlerimizin oldugunu da unutmadan, durumlarina göre, sehirde bir yerlerde istihdamlarini, üretenler arasina girmelerini, saglayalim.
Bir de baraj altinda kalmadigi halde, terk edip geldigimiz bahçelerimiz ve sulanabilen bereketli topraklarimiz hala var. Içinde yasadigimiz yillar, eski yillara göre hem ulasim ve hem de o arazileri ekip biçme bakimindan çesitli motorlu makinelerce daha zengin oldugundan, bu isler daha da kolaylasmistir. Bu konuda Yesildereliler Dernegi yol gösterici olabilir mi? Bilmiyorum. Ama günübirlik te olsa, çalisma arzusu olan diger gençlerimizi de oralara, yani terk ettigimiz tarla ve bahçelere yönlendirsek ne dersiniz..
Bir büyügümün söyledigi ve yukarida yazdigim; “Topragin verdigini Devlet vermez” sözleri isiginda, durumumuzu tekrar düsünerek bir karara varabilir miyiz? diye de düsünüyorum. Ayni zamanda; “Elden gelen ögün olmaz, o da zamaninda gelmez” deyimini de unutmayalim. Yoksa bu siyasiler yüzünden yil yil katmerlesen ‘sadaka toplumu’ olmaktan kurtulamayacagimiz gibi geliyor bana.……
 
YORUM EKLE

banner284