YEŞİLDERE KÖYÜ MUHTARLIĞI

Hani yıllar evvel;Köyümüze Karaman tarafından girişte, köy kavaklığından başlayan ve iki mezarlık denilen yere kadar tarlaların, sonrada bahçelerin başladığı, bu tarla ve bahçelerde; bilhassa kış mevsimi haricindeki bütün mevsim boyu, hem insan ve hem de çeşitli hayvanların kaynaştığı, akşam köye dönüşte;Aşağı Değirmen önündeki kalabalıktan, işleri bitenlerinde katılmasından daha da kalabalıklaşan Korundibi’nden köye girildiğinde; çocuk ve insan kalabalığından, çok yerde onlara çarpmamak için, durakladığımız yollardan 02 Eylül Cuma günü ben yine geçtim.
Korundibi’nde; arkın alt yanında, kapısına kilit vurulmuş Jandarma ile hemen yanındaki Okul, yolun üzerindeki Tarım Kredi Kooperatifi binalarının yanından geçerken; içimdeki buruk acı, burnumun direğini sızlatmış ise de, acımı içime gömdüm. Çünkü yanımda çocuklarım da vardı. Onların bu terkedilmiş binaları görünce ifade ettikleri söz: “Yazık olmuş, daha yepyeni binalar!” derken, benim içimde fırtınalar kopuyor ama hüznümü, elemimi, hep içime atıyordum.
Çocuklarımdan en büyükleri oğlum ve kızım. Bu köyde, yani o yıllardaki adı ile İbrala doğumlu olup öbürleri, memuriyet yaptığım çeşitli şehirlerde doğmuş olduklarından, muhakkak ki köyümüz hakkında ayrı ayrı düşüncelere sahiptiler.. Ancak hepimizin de Köyü kuşbakışı görme arzusu yoğun olduğundan,Köyün en yukarısı olan Taşkale Yolu çıkışına kadar giderek, oradan seyretmek gerekiyordu ki, bizde öyle yapmıştık.
Bu maksatla yolumuza devam ederken; sol tarafta yıllarca belediye binası olarak hizmet veren yeni binanın tam üst yüzeyine büyük harflerle yazılmış “YEŞİLDERE KÖYÜ MUHTARLIĞI” yazısını gördüğümde; içimde şimşekler çakan, derin bir acıda duyup, ani bir refleksle, yönümü başka tarafa çevirerek, bir müddet öylece kaldım.
Gerçi Belediyemizin de, mevcut hükümetin bir politikası olarak, bütün Türkiye’de ve civarımızdaki bazı belediyeler ile birlikte,09 Mart 2014 akşamı, saat: 19.06 itibariyle, kapatıldığını biliyor ve bunu o günlerde: “Kara Bir Gün” başlıklı bir yazımla, üzüntülerimi de ilave ederek, yazmıştım. Ama bugün ilk defa o kapatılan belediye binasının tam alnının şakında, o anılan muhtarlık yazısını gördüğümde, sanki yüzüme koca bir şamar yemiş gibi geldiğinden, bir müddet kendime gelemedim…
Bir zamanların; beş mahallesinde, beş yüzden fazla hanede, civarımızdaki Kazım Karabekir, Yollarbaşı, Sudurağı ve Akçaşehir gibi ilçe ve kasabalardan daha fazla nüfusa sahip, önemine binaen; içinde asırlık Jandarma teşkilatı, Nahiye Müdürlüğü, Nüfus Memurluğu, İlkokul ve son yıllarda lise’ye kadar öğretim kurumlarının da bulunduğu, bu tarihi beldenin, şu andaki duruma düşmesine sonsuz derecede üzülürken, bu 60 yıllık belediyelik tarihinde; o belediyede önce reislik yapan Kadir Küçükalpelli,Yusuf Talu,Hüseyin Ünlüer,Mustafa Ünlüer,Neriman Köse,İbrahim Koçak ve ara rejimlerde tayinle atanan Hulusi Külahcı ile Vahit Özırmak gibi reisleri,muhasebecilik ve tahsildarlık yapanları hatırladım.
Ellerinin emeği ile çalışan işçiler gözlerimin önünden geçtiler.Ne yazık ki çoğu artık aramızda olmayıp, ebedi hayata göçüp gittiler. Ben onların tümüne; ölenler için rahmet,sağ olanlar içinde sıhhat,afiyet ve hayırlısından daha nice yıllar dilerim.
Başkaları ne düşünür bilmem ama,O’ranın ekmeği, suyu ile beslenen ve havasını soluyarak büyüyen biri olarak; kendi kendimi sorguladım. Acaba beldenin bu duruma düşmesinde, dolaylıda olsa, benim payımda varmıydı? Varsa derecesi nekadardı? Diye.
Çocukluğumdan itibaren düşündüğümde; o yıllardaki köyün durumu gözlerimin önünden geçtiler. Tek geçim şekli çiftçilikti. O da iptidai şekilde, yani toprağın; öküzlerin çektiği sabanla ekilip biçildiği, tarım işleri, hayvancılık ve köyün Yukarıdere,Aşağıdere mevkilerinde iptidai şekildeki meyve ve sebzecilik. Yine bildiğim kadarı ile; köyden okuyan kişi de, o yıllarda bir elin parmaklarını hemen hemen geçmeyecek kadar az..
Aile olarak çiftimiz çubuğumuz olmadığından; köyün en fakir ailelilerinden biriydik. Geçimimiz; babamın ilkokul hademeliğinden aldığı üç beş liralık aylıktan ibaretti. İlkokulu bitirdiğim yıl, bir başkasının yanına, çiftçi-çırak olarak verilmiştim bile.
O yıllar içinde köylerin ve hatta bütün Türkiye’nin kalkınmasında en büyük rolü üstlenecek olan Köy Enstitüleri yanında, birde üç yıllık yatılı, yalnız köy çocuklarının alındığı, ziraat okulu da açılmış, orada üç yıllık bir tahsil bana da nasip olmuş, asker dönüşü okuduğumuz okul ortaokul derecesinde olduğundan, o yılların usulü ile, bende memur olarak Ziraat Bankasında göreve başlamıştım.
Ancak köyümüzden o yıllarda o okuldan mezun olup ta memuriyete atılanların tamamının gayesi memuriyet sonucu oralarda kalmak değil, tekrar köye dönüp, kalan emeklilik yıllarımızı burada konu, komşu, akraba ve dostlarla birlikte yaşamak ve nihayetinde de bu topraklarda ebedi istirahatlarımıza çekilmekti. Ama bu öyle olmamış, zaman ve hayat herkesi bir hallaç pamuğu gibi çeşitli yerlere atarak, çok yerlerde olduğu gibi, bizim köy de boşalmıştı.
Konumuza dönecek olursak; çocuklarımla birlikte köyün en yüksek yerinden kuş bakışı olarak seyrederken, ben aradaki yılların getirdiği farklılıkları çok iyi görüyordum artık.Çünkü;eski binalarının çoğu yıkılmış, arada boşluklar oluşmuş, kalan binaların damları da; çoğunlukla çinko ve kiremitle kaplanmıştı. Yani o hani alışık olduğumuz toprak örtülü ve hele bu mevsimde üzerleri çokça unluk, bulgurluk, yuları ve aşağıdere bahçelerinin cevizlerinden ve yine o bahçelerden toplanıp kurutulmak için serilen, çeşitli meyve ve sebze serili damlar, artık yoktular.
Bildiğim kadarı ile; bir zamanlar o küçücük bahçelerde alın terlerini akıtan halkımızın emeği çokça boşa gitmez, çuvallarla cevizler ve diğer meyve, sebzeler toplamışken, oraları terk ettiğimizden beri, o köyün bahçe ve tarlaları da küsmüş, verimlerini kısmışlardı..
Köyün tek caddesinin ilk girdiğimiz noktasından, son noktasına kadar varıp döndüğümüz de; yalnız Şaban’ın dükkan ve kahvesi önünde rastlayıp “Merhaba” diyerek geçtiğimiz ve ancak tanıyamadığımız birkaç kişiden başka, kedi-köpek gibi evcil hayvanlar da dahil, başka bir canlıya rastlayamadık..Çocuklarıma köyün eski halini anlatırken; bugünkü yürekler acısı durumu anlatmakta zorluklar çekiyordum.Bir zamanların binlerce halkı, sanki hiç burada yaşamamış veya buharlaşıp uçup gitmişlerdi.
Her köye geldiğimde; herkes gibi, beni de geldiğim gün mutlaka ziyaret eden ve bahşişini aldıktan sonra “Tamam makbuzu kestik” deyip sevinç içinde oradan ayrılan Deli Hüseyin ile Deli Elif artık yoktular. Çocuklarım bilmezler ama, benim çok iyi tanıdığım köyün diğer renkli kişilerinden Ürküye, Çolak Kız, Haşhaş İbrahim,Bünyemin’i, gözlerim boş boşuna aradılar, ama yoktular artık.
Son söz olarak demek istiyorum ki; o köyden olanlar bu konuda ne düşünür bilemem ama, o koca tarihi beldenin bu günkü duruma düşmesinde, şahsen düşen pay kadar kendimi, bende suçlu buluyorum..Selamlar.
NOT:Yazımı bitirdiğim saatlerde o beldede on yıl reislik yapan sayın Neriman Köse’nin bir rahatsızlıktan Karaman hastahanesinde yatmakta olduğunu da öğrendim.Kendisine ayrıca selamlarımı yollar,acil şifalar dilerim
YORUM EKLE

banner284