YÖRÜKLER ARASINDA

          1940 - 1945 yıllarından birinde İbrala’da (Yeşillere), yine yaz kış demeden erkek, kadın ve hatta çocukların yalnız hayvan gücünü kullanarak tarlalarında ve bahçelerinde ürettiği mahsulleri toplama ve o yıllardaki deyime göre ‘Kap kapan günü’ yani yaklaşmakta olan uzun kış günlerinde, hem hayvanlarının ve hem de kendilerinin yiyeceklerini toplama günlerinden biri.

            Köyün muhtelif mevkilerinde olan ekili arazilerdeki buğday, arpa gibi tahıl ürünleri de artık biçilmiş, harman yerlerine taşınmış, yoğun ve yorucu şekildeki çalışmalar neticesinde, eğer rüzgar da zamanında esmiş ise, savrulup daneleri samanından ayrılacak ve köydeki evlere taşınacak hale gelmişti..

            İşte o günlerde, daha evvelki “Amcamın Ölümü” ve “Yeniden Kılınacak Teravih Namazı” yazılarımda da birazcık bahsettiğim rahmetli babamın dayısı ve ayni zamanda kapı komşumuz, yine rahmetliler Mehmet Kınık ve Ali Kınık’ın babaları ‘Pekmezci Hasan’ dayım bize kadar gelmiş ve babama;

            “Yahu Mustafa, biliyorsun ki ben bu yıl Meğil’deki (Köyde bir mevki) ekin tarlalarının bekçisiydim. Orada hem bizim ve hem de Yeniköy Yörüklerinin ekinleri olduğundan, onların da ekinlerini bekledim.

            Şimdi harman zamanı, bizim köylü tarla sahiplerinden ücretimi köyde de alırım ama, Yörükler harmanı kaldırır kaldırmaz kışı Mersin tarafına göçecekleri için, onları bir daha göremem ve benim ücretim de yanar gider. Sen okuma yazma da bilirsin. Birlikte o köyün harman yerine yakın çadırlarına kadar gidelim de, benim ücreti toplayıp gelelim” der.

            Rahmetli babam o yıllardaki lakabı ile Boduk Hasan diye anılan öz amcasından bile çok sevdiği bu dayısının kaba, ama ağzına geldiği gibi dobra dobra konuşmalarından bir nevi zevk alır, bazen de, O’nun yavaşça yanına kadar da sokularak, çok kızacağını bildiği, o günlerdeki bir mevzuyu, ortaya atar, O’nun pür hiddet, hiçbir kimseden çekinmeden ağzına geldiği gibi konuşmalarından zevk alır, O’na hissettirmeden, kıs kıs gülerdi ki, sanırım o yılların ağır koşullarından etkilendiği, şimdilerde espri olarak ta tanımlanan bu sözlerle, bir nevi stresini de atardı.

İşte çokça bu sebeplerden dolayı, bir sabah, o yılların en ekenomıik vasıtaları, eşeklere binerek, Meğil’deki Yörük Çadırlarına doğru yola çıkarlar.

 Yolda giderken, tatlıyı çok seven bu iki kişi, çadırına misafir olacakları Yörüklerin zengin ağası Hacı Mustafa’nın kendilerine ikram edecekleri yemekler arasında, tatlı bir şeylerin olup olmadığı konusunu ortaya atan babama, Hasan Dayım şöyle seslenir:

”Mustafa kendisine misafir olacağımız ağanın sürülerle koyunu, keçisi var, bu sebeple hiç şüphen olmasın, önümüze konulacak olan yemeklerin arasına höşmerim, kuymak mutlaka vardır” gibi sözlerle kendilerini de avutarak yollarına devam ederler..

Nihayet adı geçen ağanın çadırına varılmış, hoş sohbet ve neden gelindiği anlatılmış, ağa da bir adamı ile dayıma bekçilikten alacağı olanlara haber de yollanmıştır.

Ancak o gün Ramazan aynının da ilk günü olduğundan, herkesin oruçlu olması, bu sebeple de bizimkilerin de oruçlu olduğu düşüncesi ile yemeğin hiç ortaya atılmadığını gören rahmetli babam, oturdukları çadırda bulunan bir kız çocuğuna “Kızım biraz içecek su verir misin?” dediğinde, Hasan Dayım da; “Bugün mübarek ramazanın biri ama, biz bu gün için oruç tutamadık, seferiyiz. yani, Ramazandan sonra bu tutamadığımız günün kazasını yapacağız” deyince, ağa hemen sofranın hazırlanmasını ev halkına emretmiş ve biraz sonra da bol tereyağlı bulgur pilavının yanında, bol ayran da geldiğinden, acıkmış olan bizimkiler başlamışlar yemeğe…

Ancak sol koluna doladığı kocaman bir yün yumağını, diğer elindeki kirmanla eğir meye çalışan ihtiyarca bir Yörük kadını, bizimkilerin misafir oldukları çadırın yanına kadar sokularak, mübarek ramazanın bu ilk gününde yemek yiyen bu kişileri seyrederken, aynı yaşlardaki başka bir kadının da, yine kollarında yün yumağı ve kırmanı ile aynı çadıra gelerek bunları seyrederlerken, birisi şöyle seslenir:

“Honlara bak honlara (şunlara bak şunlara) mübarek bir günde herkese göstere göstere yemek yenir mi, bunlar ne biçim adamlar böyle?” deyince, Hasan Dayım: “Bacım uzun yoldan geldik. Onun için orucu tutamadık. Yarın evimizde olacağımızdan biz de oruçlu olacağız” demiş, ancak yanındaki diğer kadın dayımı da eliyle göstererek:

“Honun sakalı da var. Sakalından utan bari” deyince, dayım bir taraftan kaşığı sofraya çarpıp ayağa da kalkarak: Seferiyiz dedik, seferi anlamadınız mı? Yörük değil misiniz  topunuzun Allah belasını  versin! narasıyla hemen babama dönerek; kalk Mustafa buradan gidelim diyince ev sahibi hemen o kadınları kovmuş, Hasan dayımdan kusura bakma Hasan, bunlar cahil insanlar, gibi sözlerle sakinleştirmeye çalışmış ve dayımı sofraya tekrar oturtmuş ama, her ikisi de doyduk diyerek sofradan çekilmişler.

Ev sahibi tekrar kusura kalmayın, bizim kadınlarımız cemiyet içinde olmadıklarından sizinkiler gibi görgülü değiller, size birer kahve yaptırayım da sakinleşelim dediğinde, babam sırf dayımı yine deli deli konuşturmak için hemen “Hacı Ağa içimizde kahve tiryakisi yok, kahve gerekmez” deyince müthiş bir kahve tiryakisi olan ve bahçesine giderken bile heybesinde kahve ve takımını da beraberinde götüren Hasan Dayım yüksek bir sesle kahveyi pişirecek kadına dönerek: “Kızım sen kahveyi pişir, içmeyen içmesin, ben içerim” deyince kahveler de gelir içilir

Artık dönme zamanı gelmiştir. Bu arada bekçilik ücretinin de çoğu geldiğinden, beraberlerinde getirdikleri çuvallara doldurulup, köye dönülür.

Ne yazık ki o eski günlerin birlik ve beraberliği, şakaları artık çok gerilerde kaldılar.. Hele son günlerin siyasetinin ağır tahribatının tamirinin bundan sonra mümkün olup olamayacağını da bilemiyorum. Onun için birazcık olsun gülelim diye anılarımda olan bu olayı dile getirmek istedim.

Adını “Yörükler Arasında” diye koyduğum, eskilerde kalmış bu olayı önce Mehmet Kınık’tan, sonra da köyde olduğum bir gün Belediye Binasına yakın Ağalar Sokağına dönüşte Dom Osman lakaplı Osman İpekdal rahmetlinin dükkanı önündeki birer sandalyeye oturmuş, oranın müdavimlerinden, rahmetliler Topal Musa, Azılı lakaplı Ali Ağa, Kıyıcı İbrahim, Hacı Alilerin Osman ve beni görünce: “Bak baban ne anlatacak” diye beni de yanlarına çağıran Topal Musa Dayımın daveti ile yanlarına oturduğumda, olayı bizzat yaşayan rahmetli babamdan da duyuyordum. Babamın o kendine has üslubu ile Yörük kadınının “Hona bak hona”, Honun sakalı da var” sözlerini tam o kadın gibi ustaca aktarması üzerine,  o topluluktan çıkan kahkahalar, taa uzaklardan bile duyulmuştu.

Çokça ikindiden sonra toplanan bu şakacı ve esperili topluluğun konuşmalarından hoşlanan bazı kimseler de, günün ağır işlerinin yorgunluğunu birazcık olsun unutmak/atmak  için bunların arasına katılırlar, sohbetler art arda sıralanır, sonra da birazcık ferahlanarak evlerine dönülürdü.

Hepsine rahmet dilerim.

YORUM EKLE

banner284