KARAMAN ANILARI

İkinci büyük savaş sonrasında; yokluğun, yoksulluğun, acının, ıstırabın, gözyaşlarının ve çaresizliğin dünyayı kuşattığı bir ortamda;
Anadolu’nun ortasında buram buram tarih ve kültür kokan, Doğu-Batı ve Kuzey-Güney yollarının üzerinde bulunan küçük bir kasaba olan Karaman’ın Kodaman Mahallesi’nde, Selçuklulardan kalma kale, medrese ve imarethaneye aynı uzaklıkta ve uzun çıkmaz sokağın ilk girişinde bulunan kerpiçten yapılmış, üstü toprakla örtülü küçük bir evde doğdum.
Dört çocuklu bir ailenin tek erkek çocuğu olmam bana, ailede devamlı bir ayrıcalık tanındığı duygusunu veriyordu. Kardeşlerimi anneme veya babama şikâyet etmiş olmam, olası olmayan konu ve durumlarda huysuzlanmam ve sorun yaratma eğilimine girmem aile içinde kardeşlerime karşı kullandığım kozlardandı.
Okula başlamadan önce, her sabah aç karna bir küçük cezve pekmez içer ve daha sonra da ceplerimde hiç eksik olmayan siyah kuru üzüm ile nohut veya mısır kavurgasını yerdim.
Okula başladığımın ilk yıllarında, rengârenk çizili şekerlere, pamuk şekerlere ve macunlarda hep kırmızıya baktım, param olduğu zamanlarda da simit aldım, zil çaldığı halde pamuklu şekerlerin yapılışına bakmayı bir türlü bırakamazdım.
Dokuzlu yaşlara geldiğimde çevremdeki büyüklerim; zayıf, yaşına göre uzun boylu, esmer, kahverengiye çalan küçük ve yuvarlak gözleri her zaman canlı; bakışları, anlamlı ve derinden bir şeyler anlatır gibi sıcak ve sevecen, görev almaya ve aldığı görevi yerine getirmeye hazır, zıpkın gibi bir çocuk, olduğumu söylerlerdi.
Babamdan çok annem ile daha sıcak bir iletişim kurdum. Annemin, ocakta ekmek yapması sırasında en yakın yardımcısı olur, özellikle de yufka yapımları esnasında ocağın karşısına geçip, sönmeye yüz tufan ateşe kükürt atarak ateşin tekrar canlanmasını sağlar ve pişirmek istediği yufkayı sacın üzerinde zaman zaman çevirerek pişirirdim.
Annemle birlikte komşulara mısırları koçanlarından çıkarmaya gider, en çok koçanı ayıklayacağımı iddia ederdim. Büyük bir kilerin içinde toplanan yaşlı kadınlar, evlilik çağına gelmiş genç kızlar; kız ve erkek çocuklar, şarkılarla, türkülerle, manilerle ve bilmecelerle yaratılan bir eğlence ortamında, birbirimizle yarışır gibi kendimizi yaptığımız işe verirdik.
Yüksekçe bir yere asılan gaz lambasının solgun ışıkları altında parlayan mısır taneleri, bana güler gibi sen kazandın hissini verirdi. Matematikte dört işlemi, ağırlık ve uzunluk ölçülerini öğrenmiş olmam, mısır tanelerini ayırdığım her
koçanda ne kadar mısır tanesi olabileceğini ve kaç kilo gelebileceğinin hesabını yaparak, bir başka koçandan mısır tanesi çıkarmaya başlardım.
Evimizin bulunduğu sokakta evleri olanlar, sokak başındaki çeşmeden sularını alırlardı. Zira evlere sutaşıma tesisatını kuracak bilgi, tecrübe ve yeteneğe insanlar henüz sahip değillerdi.
Her sabah, evimize taşıyacağım suları kaplarına doldurduktan sonra, yaşlı kişilerin de kaplarına sularını doldurup evlerine kadar da götürürdüm. Çarşıdan, pazardan aldıkları ve ellerindeki sepetlerde ya da filelerde bunları taşıyan yaşlı kişileri görünce, koşarak, bunları alıp yaşlı kişilerin evlerine kadar da taşırdım.
Bu davranışlarım, bana ailemin dışında bulunduğumuz sokakta da adeta bir ayrıcalık tanımıştı. Bu durum beni çok sevindiriyor, daha çok çalışma ve daha çok yardım etmeyi istiyordum ve artık ben aranılan bir kişi olmuştum.
Bütün bu yaptıklarım beni mutlu ediyordu ve daha çok iş yapmaya da adeta sürüklüyordu…
YORUM EKLE
YORUMLAR
Harika Arayici
Harika Arayici - 8 yıl Önce

Cok guzel,devamini bekliyoruz

- 8 yıl Önce

Sayın Uysaler, Karaman anılarınız çocukluk dönemimizi gözümüzde canlandırıyor. Beyninize, yüreğinize, elinize sağlık.

banner284