YUNUS ÜZERİNE BİR DENEME

Yılımız Unesco tarafından, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli yılı olarak kutlanıyor. Karaman 1961’li yıllardan bu yana her yıl Yunus Emre’yi, Karamanoğlu Mehmet Beyi anar. İlk yılların coşkusu, giderek azalsada. O yıl ortaokul öğrencisiydim. Yunus’u üç dört yıl önce, bir kitap sayfasından okumuştum. O günden sonra nerede ne bulduysam sürekli okudum.

Çerezciden bir çay bardağı devramber aldıktan sonra, külahı cebime boşalttım. Sonra özenle düzleyip, yazılanları okudum. Bir dörtlüktü okuduğum:

Bir yoksul ölmüş diyeler

Üç günden sonra duyalar

Soğuk su ile yuyalar

Şöyle garip bencileyin

Yokluğun, yoksulluğun, yalnızlığın acısını duyan Yunus yazmıştı bunları. Mehmet Alkan dostumda, liselilerin dubar gazetesinde, babasının ölümünü anlatırken “O gün kar yağıyordu. Evin bahçesinde bir kazanda su kaynıyordu. Karlar kazanın içine düşüyordu. Babam ölmüştü diyordu. Cemal Süreya’da “o gün babam ölmüştü ve ben kör oldum” şiirini yazıyordu.

Yunus Emre’yi kaynağından inceleyen, sevgili öğretmen Yunus Yıldırım’ı hep izledim. Onun yapıtlarını, içeriklerini tanımak ve tanıtmak için uğraşıları, yol açıcı, gönül doyurucu, öğreticiydi. Son yapıtı “Yunus Emre’nin Karamandaki Kültür Mirası” yeni yayımlandı. Bir günde okudum. İbrala’ya, Karaman’a düşsel geziler yaptım. 700 yıllık bir dönemi, bu süre içinde yeniden yaşamış oldum.

Yunus’u tanıyabilmek için tarihsel dönemi irdelemek gerekir. 12. ve 13. Yüzyıllardaki Orta Anadolu’daki gelişmeleri Halil İnalcık üç temel etmene bağlar:

1- Demografik devrim (nüfus yoğunluğu) Oğuzların yani Türkmenlerin Anadolu’ya sürekli ve yoğun göçleri. Selçuklu saltanatının kuruluşu.

2- Moğol istilası ve egemenliği altında Türk-İslam gaza eyleminin, yeni bir ivme kazanması

3- Denizli, Antalya, Ayasuluk ve Bursa’nın milletler arası pazarı konumuna yükselerek, Anadolu’nun ticaret yolları üzerinde öneminin korunmuş olması.

Oğuzların batıya olan büyük göçleri, başlıca iki aşama gösterir. Birincisi, Türkmenlerin Selçuklular önderliğinde 1020’li yıllardan başlayarak, Azerbaycan’ı istila etmeleri, Anadolu’ya akınları ve bunun sonunda Alparslan’ın 1071 Malazgirt utkusu. Bizans direnci kırıldıktan birkaç yıl sonra Türkmenler, tüm Anadolu’yu ele geçirdiler. Rum ahali ya kıyılara kaçıyor, yada kentlerde yeni gelenlerle uzlaşarak yaşıyorlardı.

İran’da Büyük Selçuklu devletinin çöküşü ve Harzemşahlıların yükseliş döneminde de 12. yy ikinci yarısında Anadolu’ya yeni bir Türkmen göçü olur. Asıl ikinci büyük göç, 1220 yılından sonra doğudan gelen yıkıcı, acımasız Moğol istilası sonucu, Türkmenlerin, Orta Asya’dan yoğun yerleşim yeri Azerbaycan’dan Anadolu’ya göçleridir. Göç, her sınıftan dehşet içindeki ahali için bir tür “kavimler göçü” niteliğini aldı.

Selçuklu sultanları ve İlhanlı (Moğol) hakanları altındaki İran yöneticileri, Oğuz boylarının vergi kaynağı olan tarım alanlarından uzaklaştırmak için, onları batıya sürmeye çalışıyorlardı. Moğol baskısı altında Mavera-ül Nehir, Horasan ve Azerbaycan’dan gelen ikinci büyük göç sonucu, Anadolu’da kent ve kırsal bölgelerde Türk nüfusu yoğunlaştı. Bu göçmenler arasında kentli halk, ulema, tüccar ve sanatkarlarda vardı.

Anadolu’da Türkmen yoğun yerleşme yerleri Sivas, Amasya, Bozok bölgesiyle Toros dağ silsilesi ve Bizans topraklarına komşu Batı Anadolu dağlık bölgesidir. Türkmenler, ağır vergiler koyan merkezi bürokratik yönetimine karşı büyük ayaklanması Vefaiyye tarikatından Türkmen şeyhi Baba İlyas ve onun eylem adamı Baba ishak yönetiminde 1240 yılında gerçekleşti. Bundan üç yıl sonra Moğol komutanı Baycu tüm Anadolu’yu istila eder. Bu başkaldırı Anadolu tarihine yön veren büyük olaylardan biridir. Edebali’de Vefaiyye şeyhidir.

Moğol baskısı sonucunda Türkmenler, Bizans topraklarını istila ederler. Anadolu’da Moğollara direnen tek güç Türkmenlerdir. O dönemlerde “uç toplumunu” Alpler, Alp Erenler, kendini İslami gazaya adamış, kutsal ganimetle yaşayan uç gazileriydi. Dinsel ve toplumsal yaşama (heterodoks) dervişler, Abdal adıyla anılan Türkmen babaları yön veriyorlardı.

Yunus Emre böylesi bir dönemde atalarıyla önce İbrala’ya sonra Karaman’a geldi. Mesleği kirişçilikti. Yine aynı dönemde yaşayan Ahi Evren’de debbağdı. Kiriş yay ve çalgıların yapımında kullanılıyordu. Konya’da en kalabalık işçi grubu debbağlardı. Ahi Evren’de onların şeyhiydi. İki meslektaş, aynı mesleğin değişik bölümlerinde üretim yapıyorlardı.

Şimdilerde, ülkemizde yapay bir gündemle “Yaşayan En Büyük Türk Şairi” diye bir şey uyduruldu. Böyle seçmeyle büyüklük olmaz, olamaz. Büyüklük zamandadır. Tarih ürünü olmaktır. Çağının aydınlık ve cesur yapıcılığını içselleştirmektir. “Yedikleri yoksul eti, içtikleri kan olmuştur” diyebilmektir. Yunus, toplumun en altındaki ezilen insanın ışığı ve sesi olmuştur. Türkçe onu yaratmıştır. Aşkla yönünü saptamıştır.

İnsan ölümlüdür. Sanatçı ölümlülüğü aşmak ister. Bunu yapabileceği araçsa sanatıdır. Yunus bu nedenle 700 yıldır yaşıyor ve yaşayacak. İnsanın özüne dokunmasını bilmiştir. Bakın dünyayı nasıl algılıyor:

Niceler bu dünyada günâhını yuyamaz, Ömrü geçer yok yere, ey dırîga duyamaz.

Bir nice kişilerin gaflet gözün bağlamış, Hak yoluna der isen bir yufkaya kıyamaz.

Bu dünya bir gelindir yeşil kızıl donanmış, Kişi yeni geline bakıbanı doyamaz.

Ey nice arslanları alır aktarır ölüm, Azrâil pençesine bir yoksulca duyamaz.

Var şimdi miskin Yunus, uryân olup gir yola, Yüz çukallı gelirse yalıncağı soyamaz.

Yazımı Yunus Emre’den bir şiirle bağlamak istedim:

Huri İle Gılmanı

Ben dervişim deyene, bir ün edesim gelir

Seğirdüben sesine, varıp yetesim gelir

 Sırat kıldan incedir, kılıçtan keskincedir

 Varıp anın üstüne, evler yapasım gelir

Altında gayya vardır, içi nar ile pürdür

Varuben ol gölgede, biraz yatasım gelir

O da gölgedir deyu, ta'n eylemen hocalar

Hatırımız hoş olsun,  biraz yanasım gelir

 Ben günahımca yanam, rahmet suyunda yunam

 İki kanat takınam,  biraz uçasım gelir

 Andan Cennete varam,  Cennette huriler görem

 Huri ile gılmanı, bir bir koçasım gelir

 Derviş Yunus bu sözü, eğri büğrü söyleme

Seni sigaya çeker, bir Molla Kasım gelir

YORUM EKLE

banner284